Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından:
Esas
Sayısı : 2007/45
Karar
Sayısı : 2007/54
Karar
Günü : 1/5/2007
İPTAL
DAVASINI AÇAN: Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri Deniz BAYKAL, Önder SAV ve 134 milletvekili
İPTAL
DAVASININ KONUSU: Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 121. maddesinin birinci fıkrasındaki “Anayasanın 102 nci maddesi hükümlere
göre” ibaresini
eylemli olarak değiştiren Türkiye Büyük Millet Meclisi kararının, bu karara
dayalı uygulamanın ve bu uygulamanın ayrılmaz parçası olan 11.
Cumhurbaşkanı’nın seçimine ilişkin 27.4.2007 günlü ilk oylamanın
Anayasa’nın 96. ve 102. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve iptal
kararı yürürlüğe girinceye kadar bu uygulama ile oluşan içtüzük hükmünün
yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I - İPTAL ve “Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün 121 inci maddesinin birinci fıkrasında;
Cumhurbaşkanının, Anayasanın 101 inci maddesinde yazılı nitelikleri taşıyan
adaylar arasından, Anayasanın 102 nci maddesi hükümlerine göre seçileceği
hususu yer almaktadır.
Anayasa’nın 102 nci
maddesi aynen şöyledir:
“Cumhurbaşkanı, Türkiye
Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli
oyla seçilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen
toplantıya çağrılır.
Cumhurbaşkanının görev
süresinin dolmasından otuz gün önce veya Cumhurbaşkanlığı makamının
boşalmasından on gün sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine başlanır ve seçime
başlama tarihinden itibaren otuz gün içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin ilk
on günü içinde adayların Meclis Başkanlık Divanına bildirilmesi ve kalan
yirmi gün içinde de seçimin tamamlanması gerekir.
En az üçer gün ara ile
yapılacak oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu
sağlanamazsa üçüncü oylamaya geçilir, üçüncü oylamada üye tam sayasının
salt çoğunluğunu sağlayan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. Bu oylamada üye
tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada en çok
oy almış bulunan iki aday arasında dördüncü oylama yapılır, bu oylamada da
üye tamsayısının salt çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde
derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri yenilenir.
YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI
İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü
şöyledir:
Seçilen yeni Cumhurbaşkanı göreve
başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder.”
Anayasanın
102 nci maddesi incelendiğinde; birinci fıkrada toplantı yetersayısının ve
Cumhurbaşkanı seçimi oylamasında uygulanacak oylama türünün belirlendiği
görülmektedir.
İkinci
fıkrada seçimin başlaması, adayların bildirimi ve seçimin tamamlanması için
tanınan süreler, yani seçim takvimi düzenlenmiş; üçüncü fıkrada
Cumhurbaşkanı seçimi için yapılacak oylamalar ve karar yetersayıları
gösterilerek, son oylamada da Cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde Türkiye
Büyük Millet Meclisi seçiminin derhal yenileneceği hükmüne yer verilmiştir.
Dördüncü
fıkrada ise, seçilen Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar, görev süresi
dolan Cumhurbaşkanının görevinin devam edeceği ifade edilmiştir.
Anayasanın,
Cumhurbaşkanının seçiminde basit çoğunlukla yetinmeyip, nitelikli toplantı
ve karar yeter sayıları aramasının kökeninde, Cumhurbaşkanının geniş bir
Türkiye Büyük Millet Meclisi çoğunluğunca seçilmesinin amaçlanması
yatmaktadır. Çünkü böyle bir çoğunluğun genellikle birden çok partinin bir
Cumhurbaşkanı üzerinde uzlaşması ile ortaya çıkabileceği açıktır. Bu türden
bir uzlaşma ise ancak çeşitli partilerce “kabul edilebilir” nitelikte
adaylar üzerinde olabilmektedir. Kuşkusuz bu kabul edilebilirliğin ölçüsü
de yalnız Anayasanın 101 inci maddesi değil, onun yanı sıra Anayasanın, tüm
maddeleri için uygulama ve yorum ilkelerini açıklayan Başlangıç kısmı ve
özellikle Anayasada belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri olmalıdır.
Anayasanın
102 nci maddesinde öngörüldüğünü belirttiğimiz yeter sayılardan, toplantı
yetersayısı üzerinde bir tartışma açılmış ve birinci fıkrada belirtilen “üçte
iki çoğunluk”un, toplantı değil, karar yetersayısı olduğu doğrultusunda
değerlendirmeler yapılmıştır.
Hatta
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yürürlüğe girdikten sonra
yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri de, bu değerlendirmelere uygun olarak
gerçekleştirilmiştir.
Kuşkusuz
şimdiye kadar yapılan seçimlerde Anayasanın 102 nci maddesinin birinci
fıkrasında öngörülen üçte iki çoğunluğun toplantı yetersayısı olarak
düşünülmemiş ve aranmamış olması ve bu uygulamanın şimdiye kadar Anayasa
Mahkemesinde bir iptal davasına konu yapılmamış bulunması, geçmişteki
uygulamaların Anayasaya uygun olduğu hukuki sonucunu doğurmaz.
Anayasanın
102 nci maddesi dikkatlice incelendiğinde, birinci fıkrada belirtilen
yetersayının aslında bir toplantı yetersayısı olduğu da açıkça
görülmektedir.
Birinci
fıkradaki yeter sayının toplantı yeter sayısı olduğunu aşağıda belirtilen
hususlar tartışmaya yer bırakmayacak bir biçimde ortaya koymaktadır:
1 - 102 nci maddenin üçüncü fıkrasında karar yeter sayıları birinci ve
ikinci oylamalar için üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu, üçüncü ve
dördüncü oylamalar için ise üye tamsayısının salt çoğunluğu olarak
gösterilmiştir. Yani, karar yeter sayısı her oylama için Türkiye Büyük
Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu değildir. Üçüncü fıkrada
belirtilen üçüncü ve dördüncü oylamalarda üye tam sayısının salt çoğunluğu
ile Cumhurbaşkanı seçilebilmektedir. 102 nci maddenin birinci fıkrasında
belirtilen yeter sayı eğer karar yeter sayısı olsaydı, üçte iki çoğunluğun
yanı sıra, üçüncü ve dördüncü oylamalar için karar yetersayısı olan salt
çoğunluğun da bu fıkrada gösterilmiş olması gerekirdi. Halbuki sadece üçte
iki çoğunluk belirtilmekle yetinilmiştir.
2 - Birinci fıkradaki “üye tam
sayısının üçte iki çoğunluğu ile” ibaresinin birinci fıkradan çıkarılması
halinde, üçüncü fıkrada belirtilen yeter sayılarla seçim yapılabilmekte,
yani, karar yeter sayısı konusunda herhangi bir eksiklik doğmamaktadır.
3 - Bu durumda;
eğer birinci fıkradaki “üçte iki çoğunluk ile” ibaresinin metinden
çıkarıldığı varsayıldığında karar yeter sayısı konusunda bir eksiklik
doğmuyorsa, üçüncü ve dördüncü oylamalarda üye tam sayısının salt çoğunluğu
da karar yeter sayısı ise, yani üçte iki çoğunluk dışında bir başka karar
yeter sayısı da öngörülmüşse, birinci fıkradaki yeter sayının anlamının ve
niteliğinin ne olduğu sorusu akla gelmektedir.
Bir
hukuk devletinde Anayasa koyucunun abesle iştigal ettiği düşünülemeyeceğine
göre, 102 nci maddenin birinci fıkrasında üçüncü fıkradan ayrı olarak ifade
edilen yetersayının özel bir anlamı ve işlevi olması gerekmektedir; bu da,
yukarıdaki açıklamalar değerlendirildiğinde, bu yetersayının toplantı
yetersayısı olduğudur.
Bu
toplantı yeter sayısının Cumhurbaşkanı seçiminde yalnız birinci oylamada
değil fakat dört oylamanın her birisinde de aranması gerektiği, 102 nci
maddenin kaleme alınış biçiminden açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü 102 nci
madde, oylamaların herhangi birisi için toplantı yetersayısı konusunda
ayrıca farklı bir düzenleme yapmamıştır.
Anayasanın
102 nci maddesinde özel olarak belirtilen bir toplantı yeter sayısı varken,
Anayasanın 96 ncı maddesinde belirtilen toplantı yeter sayısının
uygulanması olanaksızdır. Çünkü; Anayasanın toplantı ve karar yeter
sayılarına ilişkin ilkeleri düzenleyen tek hükmü olan 96 ncı maddesinin
birinci fıkrasında, “Anayasada başkaca hüküm yoksa, Türkiye Büyük
Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri ile toplanır ve toplantıya
katılanların salt çoğunluğu ile karar verir.” hükmü yer almaktadır. Bu
hüküm, görüldüğü gibi, Anayasada başkaca yeter sayı belirtilmiş olan
halleri 96 ncı maddenin kapsamı dışında tutmaktadır. Anayasanın 102
nci maddesinde de özel bir toplantı yeter sayısı öngörülmüştür.
Yukarıdaki
açıklamalarımızın gösterdiği gibi, Anayasanın 102 nci maddesinde belirtilen
özel toplantı yeter sayısına değil, 96 ncı maddede belirtilen genel
toplantı yeter sayısına uyularak oluşturulacak bir toplantı ortamında
yapılacak Cumhurbaşkanı seçimi oylaması ve bu doğrultuda alınacak bir karar
Anayasanın 96 ncı ve 102 nci maddelerine aykırı düşer. Böyle bir karar aynı
zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 121 inci maddesi ile de
bağdaşmaz. Çünkü; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 121 inci maddesinde
de, Cumhurbaşkanı seçiminin Anayasanın 102 nci maddesindeki esaslara
uyularak yapılacağı hükmü yer almaktadır.
27.04.2007
tarihinde Cumhurbaşkanı seçiminin ilk oylaması öncesinde, Cumhurbaşkanı
seçiminde 102 nci maddede öngörülen toplantı yeter sayısının uygulanması
gerektiği konusundaki Kemal Anadol’un uyarısı üzerine açılan usul
tartışmasından sonra Başkan burada 96 ncı maddedeki genel toplantı
yetersayısının uygulanması gerektiğini ifade etmiş ve bu görüşünü oya
sunmuştur. Yapılan oylama sonucunda görüş bir karara dönüşmüştür ve
uygulama bu karar doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ın konuyla ilgili toplantı yetersayısı
hakkındaki görüşleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İletişim Ofisi’nce
yayınlanan “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ın
Cumhurbaşkanlığı Seçim Süreci Hakkında Kamuoyunu Bilgilendirmek İçin
Düzenlediği Basın Toplantısı Konuşma Metni”nin 6 ncı sayfasında bu açıklama
şu şekilde yer almaktadır.
Değerli
Dinleyenler,
Cumhurbaşkanlığı
seçiminin ilk turunda toplantı yeter sayısının 367 olacağı iddiası tamamen
yanlıştır ve hiçbir geçerliliği yoktur. Bu iddia hukuku zorlamanın
ötesinde, hukuku katletmektir. O gün Meclisi yönetecek Başkan olarak,
benden önce cumhurbaşkanlığı seçimini yöneten tüm Meclis Başkanlarının
yaptığı gibi, Anayasa’nın 96. maddesine göre toplantı yeter sayısı olan 184
üyeyi Genel Kurul’da gördüğüm anda seçime başlayacağım. Bu, Anayasamıza,
İçtüzüğümüze uygundur ve şimdiye kadar hep böyle yapılmıştır.
Aksini
iddia etmek hukuka ideolojik saplantıyla bakmak anlamına gelir. “367 tezi”
gelecekte hiçbir zaman unutulmayacaktır. Eminim ki “Hukuk kullanarak
demokrasi nasıl devreden çıkartılır” sorusuna hep “367 tezi” örnek olarak
gösterilecektir.
Bu
açıklamada ortaya konulan görüş, yukarıda da ifade edildiği gibi
Cumhurbaşkanlığı seçiminin 27.04.2007 tarihli ilk oylamasında tekrarlanmış,
meclis kararına dönüşmüş ve aynen uygulanmış. Ne Anayasanın 96 ncı ne de
102 nci maddesinde öngörülen toplantı yetersayılarının bulunup
bulunmadığını gösterecek bir yoklama da yapılmamıştır.
Halbuki
Cumhurbaşkanının 4779 sayı ve 02.01.2003 tarihli Kanunun ve 5022 sayılı ve
17.12.2003 tarihli Kanunun ikinci kez görüşülmesi için Türkiye Büyük Millet
Meclisine iadesine ilişkin tezkerelerinde de açıkça ifade edildiği gibi;
Anayasada genel kuraldan ayrılarak toplantı ve karar yeter sayısı için özel
düzenleme bulunan durumlarda, herhangi bir itiraz veya kuşku olmasa bile,
sonradan ortaya çıkabilecek duraksama ya da tartışmalara gerek bırakmamak
için toplantı ve karar yeter sayılarına ulaşıldığının, sayısal verileri ile
birlikte tutanağa geçirilmesi gerekir.
Toplantı
yeter sayısının ayrık olarak belirlendiği durumlarda, bu toplantı yeter
sayısına ulaşıldığını gösterebilecek tek veri “yoklama” sonuçlarıdır.
Oturumu yöneten Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı veya Başkanvekili
gündemin özel toplantı yeter sayısı öngörülmüş seçim maddesine geçerken,
bir yoklama ile bu toplantı yeter sayısına ulaşılıp ulaşılmadığını tespit etmek
zorundadır.
Cumhurbaşkanlığı
seçimi gibi bütün ülke için çok önemli ve Anayasanın çok özel bir toplantı
yeter sayısı belirlediği bir olayda, oturumu yöneten Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanının Anayasanın 96 ncı maddesinde belirtilen toplantı yetersayısının
oluştuğu konusunda kendi varsayımına göre hareket etmesi, Anayasanın 102
nci maddesinde belirtilen özel toplantı yetersayısına ulaşılıp
ulaşılmadığını araştırmaması ve yoklama yapmayarak katılımı kesin bir
şekilde belirlemekten kaçınması kabul edilemez. Çünkü bu, Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Başkana tanınan yetkinin kötüye kullanılmasına
imkan tanımak olur.
Şöyle
ki; birleşimin açılması ile, özel bir toplantı yeter sayısı öngörülen yani
mutlaka belli sayıda üyenin katıldığı bir ortamda gerçekleşmesi gereken bir
işlemle ilgili bir gündem maddesinin görüşülmesine ve oylamasına geçilmesi,
birbirinden farklı hususlardır.
Türkiye
Büyük Millet Meclisinde bir birleşim İçtüzüğün 55 ve 57 nci maddelerine
göre yoklama yapılmadan açılabilir. Ancak, gündemde özel bir toplantı yeter
sayısının öngörüldüğü bir hususla ilgili bir madde varsa, bu maddenin
görüşülmesine mutlaka bir yoklama yapılıp toplantı yeter sayısına
ulaşıldığı belirlendikten sonra geçilebilir. Bu, o husus için özel toplantı
yeter sayısı öngörülmüş olmasının doğası gereğidir. Aksi taktirde birleşim
başında Anayasanın 96 ncı maddesinde belirtilen toplantı yeter sayısının
bulunduğunda tereddüde düşülmediği için Başkan tarafından yoklama
yapılmadan açılan veya yapılan yoklamada 96 ncı maddedeki toplantı yeter
sayısına ulaşıldığı anlaşılan bir birleşimde, özel toplantı yeter sayısı
gereken bir hususun görüşülmesine ve oylamasına, bu yeter sayıya
ulaşılamamış olmasına rağmen rahatlıkla geçilebilir.
Anayasanın
ve İçtüzüğün ise, özel toplantı yeter sayısı düzenlenen durumlarda, özel
toplantı yeter sayısının ihmal edilmesine, etkisizleştirilmesine yol
açabilecek böyle bir uygulamaya imkan tanıyacağı savunulamaz; Bu doğrultuda
bir yorum da yapılamaz.
11.
Cumhurbaşkanı seçiminin ilk oylamasından önce yapılan açıklamalar, ilk
oylamanın yapılacağı toplantıda, Anayasanın 102 nci maddesinde öngörülen
özel toplantı yetersayısına ulaşılmasının olanaksız olduğunu göstermiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ise, yukarıda da belirtildiği gibi
basına yaptığı açıklamalarda, oylamadan önce yoklama yapmayacağını ve
Anayasanın 96 ncı maddesinde belirtilen genel toplantı sayısı olan 184’e
ulaşıldığında birleşimi açacağını ifade etmiştir.
Böylece
11. Cumhurbaşkanı seçiminin ilk oylamasına Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanının Anayasanın 96 ncı maddesinde belirtilen genel toplantı yeter
sayısına ulaşıldığını varsayarak ve usul tartışmasında Kemal Anadol’un
yaptığı uyarıya rağmen yoklama yapmaksızın açtığı birleşimde geçilmiş; TBMM
Genel Kurulu’nun aldığı karara dayanarak Anayasanın 96 ncı maddesinde
belirtilen toplantı yetersayısına ulaşıldığı varsayılan bir ortamda oylama
yapılmıştır. Kemal Anadol’un toplantı yetersayısının salonda bulunmadığı ve
yoklama yapılması gerektiği doğrultusundaki istem ve itirazı ise Meclis
Başkanınca içtüzükte işari oya geçilirken 20 Milletvekilinin yoklama
isteyebileceği, böyle bir talebi varsa 2O arkadaşını içeriye çağırarak
yoklama talebinde bulunmaları gerektiği sözleri ile yanıtlanmıştır. Halbuki
20 Milletvekilinin yoklama istemesi işari oyla ilgili bir husustur,
Cumhurbaşkanı seçimi ise gizli oyla gerçekleştirilmesi gereken bir konudur.
Bu ortamda yapılan oylamanın sonuçları da, oylamanın özel toplantı
yetersayısının oluşmadığı bir ortamda gerçekleştiğinin göstergesidir.
Bu
arada TBMM Başkanı oylamaya geçildikten sonra bir kısım üyelerin isimlerini
zikrederek isimlerini tutanağa geçirtmiş ve toplantı yetersayısına dahil
edeceğini ifade etmiştir. Halbuki, herhangi bir yoklama sürecin hiçbir
aşamasında yapılmadığı için bu isimlerin toplantı yetersayısına dahil
edilmesinin hiçbir hukuki geçerliliği yoktur. Sonradan isimlerini saydığı
(6) kişi toplantı yetersayısına dahil edilerek, sayının (368) olduğunu
belirtmesi bile toplantı açılırken (367) yetersayısının olmadığının
kanıtıdır. Ayrıca bu isimlerin oylama sonucundaki karar yetersayısına dahil
edilmek istenmesinin de hiçbir hukuki dayanağı yoktur.
Oylama
sonucu, Cumhurbaşkanı seçimi için Anayasanın 102 nci maddesinin üçüncü
fıkrasında belirtilen karar yeter sayısına ulaşılamadığını gösterdiği için,
ikinci oylamaya geçileceği oylama tarihi ile birlikte Başkan tarafından
Genel Kurula bildirilmiştir. Halbuki, özel toplantısına ulaşılamaması
durumunda, oylamaya geçilmeden birleşimin kapatılması gerekirdi.
Bu
uygulama, TBMM’nin 96 ncı birleşiminde aldığı kararla birlikte Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Cumhurbaşkanının Anayasanın 102 nci
maddesinde belirtilen esaslara göre seçileceğine ilişkin 121 inci
maddesinin birinci fıkrası hükmü ile bağdaşmamaktadır. Çünkü seçim TBMM’nin
aldığı karara dayalı olarak Anayasanın 102 nci maddesinin birinci
fıkrasında belirtilen özel toplantı yeter sayısının olduğu bir ortamda
değil, Anayasanın 96 ncı maddesindeki toplantı yeter sayısına ulaşıldığını
Başkanın varsaydığı bir ortamda yapılmıştır. Söz konusu karar ve
uygulamanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 121 inci maddesinde
Anayasanın 102 nci maddesine aykırı eylemli bir değişiklik anlamını
taşıdığında hiçbir kuşku yoktur.
Anayasa
Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasanın 148 inci maddesinin
birinci fıkrası şöyledir: “Anayasa Mahkemesi, kanunların kanun hükmünde
kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil
ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise
sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde,
sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin
şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesine
dava açılamaz.”
Ancak
Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesi
görevini, önüne gelen yasama işleminin taşıdığı adla bağlı kalarak yerine
getirmez.”
Yasama
organınca, Anayasada Anayasa Mahkemesinin denetim alanı içinde gösterilen
işlemlerden başka isimler altında ve başka yöntemler uygulanarak
oluşturulan yasama işlemleri de, eğer etkileri, nitelikleri ve içerikleri
bakımından Anayasa Mahkemesinin denetimine bağlı yasama işlemleriyle eş
durumda ise, bunların da Anayasa Mahkemesinin denetim alanı içinde olduğu,
Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararıdır.
Anayasa Mahkemesi pek çok olayda, adı içtüzük veya
içtüzük değişikliği olmadığı ve içtüzüklerin yapım ve değiştirilmesindeki
yöntemler uygulanarak oluşturulmadığı halde, değer ve etki bakımından birer
içtüzük düzenlemesi veya değişikliği niteliğinde olan yani içtüzüğün bir
kuralını değiştiren veya yeni bir içtüzük hükmü yaratan Türkiye Büyük Millet Meclisi kararlarını
veya uygulamalarını içtüzük kuralı sayarak denetim alanı içinde
görmüştür.
Anayasa
Mahkemesi kararlarında, İçtüzük ve İçtüzük sayılan işlem ve uygulamaların
tanımı şöyle yapılmıştır:
“İçtüzüğün
bir kuralının değiştirilmesi ya da İçtüzüğe yeni bir kural konulması
niteliğinde olan TBMM işlem ve kararları, yeni bir İçtüzük kuralı sayılır.” (E. 1999/12, K. 1999/5, K.t.
25.3.1999)
“İçtüzüğün
bir kuralını değiştirme ya da İçtüzüğe yeni bir kural koyma niteliğinde
olan TBMM uygulama ve kararları, İçtüzük kuralı sayılır”. (E. 1996/19, K. 1996/13, K.t.
14.5.1996)
Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili 96
ncı birleşimde toplantı yetersayısı konusunda alınan karar ve bu karara
dayalı olarak yapılan uygulama ve oylama da, yukarıda açıklandığı gibi,
eylemli bir içtüzük değişikliği niteliğini taşımaktadır. Çünkü bunlar Türkiye
Büyük Millet Meclisinin çalışmaları ile ilgili bir kural oluşturmuştur ve
Anayasanın 95 inci maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
çalışmalarını kendi yaptığı İçtüzük hükümlerine göre yürütmektedir. Diğer
yandan bu karar, uygulama ve oylama ile Cumhurbaşkanı seçiminin Anayasanın
102 nci maddesinde belirtilen özel toplantı yetersayısının değil, 96 ncı
maddesinde belirtilen genel toplantı yeter sayısının sağlandığı bir ortamda
yapılacağı, İçtüzüğün 121 inci maddesinin birinci fıkrasına rağmen, eylemli
bir kural olarak ortaya çıkmış ve İçtüzüğün 121 inci maddesinde değişiklik
sonucunu yaratmıştır. Eylemli olarak oluşturulan bu kural ise, Anayasanın
102 nci maddesinin birinci fıkrasına ve 96 ncı maddesine yukarıda açıklanan
nedenlerle aykırıdır.
Anayasanın 102 nci ve 96 ncı
maddelerine aykırı eylemli bir içtüzük değişikliği niteliğini taşıyan söz
konusu karar ve uygulamanın, Cumhurbaşkanlığı seçimi oylaması ile iç içe
somutlaşması nedeni ile bu oylamadan ayrılması olanaksızdır. Bu nedenle bir
içtüzük değişikliği niteliğini taşıyan karar ve uygulamanın (Anayasa
Mahkemesinin E. 1996/19, K. 1996/13, K.t. 14.5.1996 sayılı kararında olduğu
gibi) Cumhurbaşkanı seçimi ilk oylaması ile bir bütün olarak
değerlendirilip iptali gerekir.”
II
- METİNLER
A
- İptali İstenilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı
TBMM’nin 27.04.2007 tarihli 96.
Birleşiminde gerçekleşen ve birinci oylama öncesinde ortaya çıkan
Cumhurbaşkanı seçiminde gözetilmesi gereken toplantı yeter sayısı ile
ilgili usul tartışması sonucunda oluşan TBMM kararı, bu karar doğrultusunda
yapılan uygulama ile oluşan içtüzük ve buna göre yapılan 11. Cumhurbaşkanı
seçiminin ilk oylamasıdır.
B
- Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 96.
ve 102. maddelerine dayanılmıştır.
C - İlgili İçtüzük Kuralı
TBMM İçtüzüğü’nün Cumhurbaşkanı
seçimini düzenleyen 121. maddesi şöyledir:
“Madde
121 - Cumhurbaşkanı, Anayasanın 101 inci maddesinde yazılı
nitelikleri taşıyan adaylar arasından, Anayasanın 102 nci maddesi hükümlerine
göre seçilir.
Cumhurbaşkanı seçiminin sonucu,
yeni Cumhurbaşkanına, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının ve birleşimde
görevli Başkanlık Divanı Üyelerinin imzaladıkları bir tutanakla bildirilir.
Cumhurbaşkanı seçimi tamamlanınca
Başkan, yeni Cumhurbaşkanına seçildiğini bildirmek üzere oturumu kapatır.”
III
- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8.
maddesi uyarınca 1.5.2007 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında,
öncelikle, iptali istenilen TBMM kararının Anayasa’ya uygunluk denetimi
konusunda Anayasa Mahkemesi’nin görevli olup olmadığının bir ön sorun
olarak incelenmesi gerekmiştir.
Anayasa’nın 148. maddesinin
birinci fıkrasında,
“Anayasa
Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından
uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından
inceler ve denetler,”; 85. maddesinde ise “Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin
düşmesine 84 üncü maddenin birinci, üçüncü veya dördüncü fıkralarına göre
karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurulu kararının alındığı
tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili milletvekili veya bir diğer
milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı
iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa Mahkemesi,
iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar” denilmektedir.
Anayasa’nın 85. maddesinde sözü
edilen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin
düşmesine ilişkin TBMM kararları ile Anayasa’nın 148. maddesinde belirtilen
TBMM İçtüzüğü’nün, hukuki nitelikleri bakımından birer parlamento kararı
olduklarında duraksama bulunmamaktadır. Anayasa’da sayılarak gösterilen bu
kararlar dışında kalan parlamento kararları kural olarak Anayasa’ya
uygunluk denetimine bağlı tutulamamakta ise de, Anayasa Mahkemesi’nin bir
çok kararında belirtildiği gibi, iptali istenilen bir yasama tasarrufunun
Anayasal denetime bağlı tutulabilecek nitelikte olup olmadığı saptanırken
sadece, onun bu tasarrufta bulunan organ tarafından nasıl nitelendirildiğine
ve hangi ismin verildiğine veya bu işlemin nasıl bir yöntem izlenerek
yapıldığına bakılması yeterli olmayıp, yapılış yöntemi ve adı ne olursa
olsun hukuksal niteliği, etkisi ve doğurduğu sonuçlar da gözetilmelidir.
Yapılacak değerlendirme sonucunda, iptali istenilen tasarrufun, Anayasa’nın
148. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi’nin denetim alanına giren kanun,
KHK veya TBMM İçtüzüğü ile aynı değer ve etkide bir işlem olduğu kanısına
varılırsa bu işlem Anayasa Mahkemesi’nce denetlenebilir. Aksi halde, hukuksal
nitelikleri, etkileri ve meydana getirdikleri sonuçlar bakımından,
Anayasa’ya uygunluk denetimine tabi tutulan kanun, KHK ve TBMM İçtüzüğü ile
eşdeğerde bulunan ve bu nedenle de belirtilen işlemlere özgü yöntem ve
isimlerle tesis edilip, hukuki varlık kazanması gereken bazı yasama
tasarrufları, farklı yöntem ve isimlerle hukuk sistemine dahil edilerek
Anayasa’ya uygunluk denetiminin kapsamı dışına çıkarılabilir.
Bu durumda adı yeni bir içtüzük
düzenlemesi veya değişikliği olmadığı ve içtüzük yapılması ve
değiştirilmesindeki yöntem uygulanmadığı halde değer ve etkisi bakımından
birer içtüzük kuralı niteliğinde olan TBMM kararları anayasal denetime
bağlı tutulabilir. Değer ve etkileri bakımından aralarında fark bulunmayan
yasama tasarruflarının aynı yargısal denetime bağlı tutulmaları hukuk
devleti olmanın da gereğidir.
Dava konusu Türkiye Büyük Millet Meclisi kararının
alındığı 27.4.2007 tarihli 96. Birleşimde, ilk oylamaya geçilmeden önce,
bir milletvekilinin Cumhurbaşkanı seçimini gerçekleştirmek üzere toplanan
Meclis’te, Anayasa’nın 102. maddesinin birinci fıkrası gereğince en az 367
milletvekilinin hazır bulunması gerektiği, aksi halde toplantı yetersayısı
bulunmadığından oylamaya geçilemeyeceği yönündeki açıklamaları üzerine,
konuyla ilgili usul tartışması açılmış ve bu tartışmanın sonucunda oturumu
yöneten Meclis Başkanı, Anayasa’nın 96. maddesindeki toplantı
yetersayısıyla ilgili kural uyarınca 184 milletvekilinin Genel Kurul’da
hazır bulunmasının gündemin Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili kısmına
geçilebilmesi için yeterli olduğunu belirterek bu konuda yapacağı
uygulamanın, İçtüzüğe ve Anayasa’nın 96. ve 102. maddelerine uygun olup
olmadığı hususunu Genel Kurul’un onayına sunmuştur. Genel Kurul da
Başkan’ın tutumunun Anayasa’ya ve İçtüzüğe uygun olduğu yönünde karar
vermiştir. Böylece, Cumhurbaşkanı seçiminde uygulanması gereken toplantı
yetersayısının, Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülen TBMM üye tamsayısının
en az üçte biri oranındaki toplantı yetersayısı olduğu Meclis kararıyla
tespit edilmiştir.
TBMM İçtüzüğü’nün 121. maddesinin
ilk fıkrasında, “Cumhurbaşkanı,
Anayasanın 101 inci maddesinde yazılı nitelikleri taşıyan adaylar
arasından, Anayasanın 102 nci maddesi hükümlerine göre seçilir.” denilerek,
Cumhurbaşkanı seçiminde uygulanması gereken toplantı yetersayısıyla ilgili
doğrudan bir düzenleme yapılmamış, Anayasa’nın 102. maddesine göndermede
bulunulmakla yetinilmiştir.
Anayasa’nın 102. maddesinin
birinci fıkrasında da Cumhurbaşkanının, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçileceği, Türkiye Büyük
Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağrılacağı
öngörülmüştür.
Dava konusu Meclis Kararı’nın
İçtüzük düzenlemesi niteliğinde olup olmadığının saptanabilmesi için
öncelikle 102. maddede geçen “üçte iki çoğunluk” ifadesinin toplantı
yetersayısını da kapsayıp kapsamadığı hususunun açıklığa kavuşturulması
gerekmektedir.
Cumhurbaşkanı seçimi bakımından
96. madde genel hüküm, 102. madde özel hüküm niteliğinde olduğundan,
Anayasa’nın Cumhurbaşkanı seçimini düzenleyen 102. maddesi ile Meclis’in
toplantı ve karar yetersayısını belirleyen 96. maddesinin birlikte
değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Anayasa’nın 96. maddesinde “Anayasada, başkaca bir hüküm yoksa
Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır
ve toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir; ancak karar
yetersayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından
az olamaz.” denilerek TBMM Genel Kurulu çalışmalarında toplantı ve
karar yetersayısı ayırımı yapılmış, her ikisinin alt sınırı da ayrı ayrı
belirlenmiştir. Buna göre, TBMM, “Anayasada başkaca hüküm olan haller”
dışında, üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanabilecek ve üye
tamsayısının en az dörtte birinin bir fazlasıyla karar verebilecektir.
Bugünkü üye tamsayısı esas alındığında TBMM kural olarak 184 milletvekili
ile toplanabilecek ve en az 139 milletvekiliyle karar oluşturabilecektir.
Ancak, Anayasa’da hem toplantı hem de karar yetersayısı bakımından başkaca
bir hüküm varsa o uygulanacaktır.
Bu düzenlemenin, 1961 Anayasası’na
göre bazı farklılıklar içerdiği görülmektedir. 1961 Anayasası’nın, toplantı
ve karar yetersayılarını belirleyen 86. maddesinde, “Her Meclis, üye
tamsayısının salt çoğunluğuyla toplanır ve Anayasada başkaca hüküm yoksa
toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar verir.” hükmü ile istisna
niteliğindeki “Anayasadaki başkaca hükümlerin” varlığı, sadece karar
yetersayısı için öngörülerek, toplantı yetersayısı yönünden genel kurala istisna
getirilmezken, 1982 Anayasası’nın 96. maddesindeki “Anayasada başkaca bir
hüküm yoksa” ibaresi madde metni başına konularak, Anayasa’da sadece karar
yetersayısı bakımından değil, toplantı yetersayısı bakımından da “başkaca”
özel nitelikli, istisnai hükümlerin bulunabileceğine işaret edilmiştir. Bu
durumda, 1961 Anayasası’nın 86. maddesiyle karşılaştırıldığında 1982
Anayasası’nda, bilinçli olarak toplantı yetersayısı yönünden de 96.
maddedeki genel kuralın istisnalarının öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda 1982 Anayasası’nın,
genel ve özel af ilanı (Md.87), Meclis Başkanı seçimi (Md. 94), Meclis
soruşturması yoluyla bakanların Yüce Divan’a sevki (Md.100), Cumhurbaşkanı
seçimi (Md.102), Cumhurbaşkanının vatana ihanetten dolayı suçlandırılması
(Md.105), gensoru ve görev sırasında güvenoyu (Md.99, 111) ve Anayasa
değişikliği (Md.175) konularında, TBMM’nin toplantı ve karar yetersayıları
bakımından, 96. maddedeki genel kurala istisna getiren, özel hükümler
içerdiği görülmektedir. Bu durumlarda kuşkusuz TBMM’nin toplantı ve karar
yetersayıları bakımından, 96. maddedeki genel kural değil, belirtilen
maddelerdeki özel hükümler uygulanacaktır.
Anayasa’nın genel kurala istisna
oluşturan söz konusu maddeleri, ifade biçimleri ve işlevleri yönünden
incelendiğinde bunlarda belirtilen nitelikli çoğunluğun Cumhurbaşkanı
seçimine ilişkin 102. madde dışında karar yetersayısına ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
Cumhurbaşkanı seçimini düzenleyen
ve diğerlerinden farklı özellik taşıyan 102. maddede;
“Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte
iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi
toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağrılır.
Cumhurbaşkanının
görev süresinin dolmasından otuz gün önce veya Cumhurbaşkanlığı makamının
boşalmasından on gün sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine başlanır ve seçime
başlama tarihinden itibaren otuz gün içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin ilk
on günü içinde adayların Meclis Başkanlık Divanı’na bildirilmesi ve kalan
yirmi gün içinde de seçimin tamamlanması gerekir.
En
az üçer gün ara ile yapılacak oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının
üçte iki çoğunluk oyu sağlanamazsa üçüncü oylamaya geçilir, üçüncü oylamada
üye tamsayısının salt çoğunluğunu sağlayan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş
olur. Bu oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde
üçüncü oylamada en çok oy almış bulunan iki aday arasında dördüncü oylama
yapılır, bu oylamada da üye tamsayısının salt çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı
seçilemediği takdirde derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri
yeniler.”
denilmektedir.
Maddenin birinci ve üçüncü
fıkralarında Anayasa’nın nitelikli çoğunluk öngörülen diğer maddelerinden
farklı olarak iki ayrı yeter sayı düzenlenmiştir. Üçüncü fıkradaki dört
oylamanın, ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunu, üçüncü ve
dördüncü oylamalarda salt çoğunluğunu sağlayan adayın seçilmiş olacağı
kuralına yer verilerek dört oylamada da seçilmek için gerekli olan karar
yetersayıları ayrı ayrı belirlenmiştir. Buna göre, birinci fıkradaki
“Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki
çoğunluğu ile seçilir.” kuralı ile belirlenen yetersayının, üçüncü fıkradan
farklı bir anlam taşıdığının kabulü gerekmektedir. Birinci fıkradaki,
“Cumhurbaşkanı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla
seçilir.” kuralındaki üçte iki yetersayısının, üçüncü fıkradaki karar
yetersayılarından farklı amacı ve işlevi olduğu düşünüldüğünde,
Cumhurbaşkanı seçiminde birinci fıkra hükmünün toplantı yetersayısı
bakımından; üçüncü fıkra hükmünün de karar yetersayısı bakımından, 96.
maddedeki toplantı ve karar yetersayısına ilişkin genel kuralın
istisnalarını oluşturan, “Anayasadaki başkaca hükümler” kapsamında
bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Öte yandan, Meclis Başkanı
seçimine ilişkin Anayasa’nın 94. maddesinin dördüncü fıkrasında da 102.
maddesinin üçüncü fıkrasında olduğu gibi dört oylama ve seçilme yetersayısı
olarak da TBMM üye tamsayısının, ilk iki oylamada üçte iki, üçüncü oylamada
ise salt çoğunluğu öngörülmesine karşın, bu maddede 102. maddenin birinci
fıkrasına benzer biçimde bir yetersayı öngören kurala yer verilmemiştir.
Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin 102. maddenin birinci fıkrasında,
Cumhurbaşkanının TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ve gizli oyla
seçileceği belirtilirken, 94. maddenin dördüncü fıkrasında Meclis
Başkanı’nın “gizli oyla” seçileceği vurgulandıktan sonra fıkranın devamında
öngörülen karar yetersayısı ile seçileceği açıklanmıştır. Bu farklı
düzenleniş biçimi de 102. maddenin birinci fıkrasındaki, “Cumhurbaşkanı,
Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile …
seçilir.” kuralının bilinçli olarak toplantı yetersayısını belirtmek
amacıyla getirildiğini göstermektedir. Bu bağlamda, 102. maddede, dört
oylamanın her birinde seçilebilmek için aranan karar yetersayılarının ayrı
ayrı belirlenmesi, birinci fıkra ile üçüncü fıkra arasına otuz günlük seçim
takviminin düzenlendiği ikinci fıkranın konularak birinci ve üçüncü
fıkraların birbirinden ayrılması da 102. maddenin yukarıda belirtilen anlam
ve içerikle yorumlanması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesi
için bir kuralın yorumunda, onun lafzı kadar amacının da gözetilmesi
gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır. 102. maddedeki düzenlemeyle,
Cumhurbaşkanı seçiminde Meclis’te olabildiğince nitelikli bir uzlaşma
sağlanmasının amaçlandığı açıktır. Nitekim, ikinci fıkrada otuz günlük
seçim takviminde adaylık süresinin on günle sınırlanması, kalan yirmi günde
yapılacak dört oylamanın ilk ikisinde adaylardan birinin seçilebilmesi için
üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunun oyunun aranması, dördüncü oylamaya,
üçüncü oylamada en çok oy alan iki adayın katılabilmesi, bu oylamada da
yarışan iki aday arasında üye tamsayısının salt çoğunluğunun adaylardan
biri üzerinde sağlanarak Cumhurbaşkanının seçilememesi halinde, TBMM
seçimlerinin derhal yenilenmesi yoluna gidilmesi, Cumhurbaşkanı seçiminde
uzlaşmanın temel alındığını göstermektedir.
Anayasa’nın 104. maddesine göre,
“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk
Milletinin birliğini temsil eder.” Ayrıca, Cumhurbaşkanına verilen görev ve
yetkilerin niteliği ile Anayasanın Cumhurbaşkanının statüsüne ilişkin diğer
hükümleri bir bütün halinde incelendiğinde Cumhurbaşkanının, Ulusun önemli
bir çoğunluğunu yansıtan temsilcilerin katılımı ve iradeleri ile seçilmesi
yaklaşımının Anayasa’da benimsenmiş olduğu görülmektedir. Bu düzenlemeler,
Cumhurbaşkanı seçiminde aranması gereken uzlaşının pozitif hukuksal
dayanaklarını oluşturmaktadır.
Cumhurbaşkanın seçimi sürecinde
ilk iki oylamada uzlaşmanın sağlanması, 102. maddenin birinci fıkrasındaki
“Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki
çoğunluğu … ile seçilir.” kuralının toplantı yeter sayısını da kapsamasıyla
olanaklıdır. Aksi halde, üçüncü fıkradaki birinci ve ikinci oylamalar
anlamsız hale gelecek, üçüncü ve dördüncü oylamalarda üye tamsayısının salt
çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçilebileceği için, bir uzlaşmaya da gerek
kalmayacaktır. Üçüncü fıkrada öngörülen üçüncü ve dördüncü oylamalarda,
TBMM’nin, adaylardan birini üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyuyla
seçebilme olanağı karşısında, Meclis’te salt çoğunluğa sahip parti ya da
partiler, birinci ve ikinci oylamada üçte iki çoğunlukla aranan uzlaşmaya
sıcak bakmayabileceklerdir. Bu durum Anayasa’nın, Cumhurbaşkanı seçiminin
uzlaşmaya dayanması amacıyla bağdaşmamaktadır.
TBMM İçtüzüğü’nün 121. maddesinde
Cumhurbaşkanının Anayasa’nın 101. maddesinde yazılı nitelikleri taşıyan
adaylar arasından Anayasa’nın 102. maddesi hükümlerine göre seçileceği
belirtilerek göndermede bulunulan Anayasa’nın 102. maddesindeki,
Cumhurbaşkanı seçiminde dava konusu Meclis kararına ilişkin ilk oylamada
toplantı yetersayısının, TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu olduğu
sonucuna varılmıştır. Buna göre, İçtüzüğün 121. maddesinde de aynı esasın
benimsendiğinin kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, TBMM’nin 27.4.2007
günlü, 96. Birleşiminde Başkan’ın, 184 milletvekilinin Genel Kurul’da hazır
bulunmasının gündemin Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili kısmına geçilebilmesi
için yeterli bulunduğu yolundaki görüşünün kabulüne ilişkin TBMM Kararı,
İçtüzüğün 121. maddesinin eylemli biçimde değiştirilmesi niteliğinde
olduğundan bu kararın Anayasa’ya uygunluğunun denetlenmesi, Anayasa
Mahkemesi’nin görev ve yetkisi içindedir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu
27.4.2007 günlü TBMM kararının eylemli bir İçtüzük kuralı değişikliği
niteliğinde olduğuna ve işin esasının incelenmesine Tülay TUĞCU, Haşim
KILIÇ, Sacit ADALI ve Fulya KANTARCIOĞLU’nun karşıoyları ve oyçokluğu ile
karar verilmiştir.
IV
- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi ve ekleri, işin
esasına ilişkin rapor, iptali istenilen TBMM kararı, dayanılan Anayasa
kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava dilekçesinde, Anayasa’nın
102. maddesinin birinci fıkrasında Cumhurbaşkanı seçimi oylamasında
uygulanacak özel bir toplantı yetersayısının belirlendiği, bu maddenin
ikinci fıkrasında seçim takviminin düzenlenmiş olduğu, 102. maddenin üçüncü
fıkrasında Cumhurbaşkanı seçimi için yapılacak oylamalar ve karar
yetersayılarının gösterildiği, Cumhurbaşkanının seçiminde basit çoğunlukla
yetinilmeyip nitelikli toplantı ve karar yetersayıları aranmasının
kökeninde, Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin nitelikli
çoğunluğunca seçilmesi amacının bulunduğu, Anayasa’nın 102. maddesinin
birinci fıkrasında öngörülen özel toplantı yetersayısının, Cumhurbaşkanı
seçiminde yalnız birinci oylamada değil, fakat dört oylamanın her birisinde
de aranması gerektiği, dava konusu TBMM kararıyla oluşan eylemli içtüzük
değişikliğinde ise Cumhurbaşkanı seçiminde aranacak toplantı
yetersayısının, Anayasa’nın 96. maddesi çerçevesinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi üye tamsayısının üçte biri olarak belirlendiği, bu durumun
Anayasa’nın 102. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
TBMM İçtüzüğü’nün 121. maddesinin
ilk fıkrasında, “Cumhurbaşkanı,
Anayasanın 101 inci maddesinde yazılı nitelikleri taşıyan adaylar
arasından, Anayasanın 102 nci maddesi hükümlerine göre seçilir.”;
Anayasa’nın 102. maddesinin ilk fıkrasında da “Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte
iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir.” denilmektedir. İlk inceleme
bölümünde belirtildiği gibi, Anayasa’nın 102. maddesinin ilk fıkrasında
Cumhurbaşkanı’nın seçimi için öngörülen üçte iki çoğunluk, dava konusu
Meclis kararına ilişkin birinci oylama yönünden hem toplantı hem de karar
yetersayısını kapsamaktadır. Bu nedenle, İçtüzüğün 121. maddesinde de
yapılan gönderme doğrultusunda aynı yetersayının benimsenmiş olduğunun
kabulü gerekmektedir. Oysa TBMM’nin 27.4.2007 günlü, 96. Birleşiminde 11.
Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili birinci oylamaya geçilmeden önce
Cumhurbaşkanı seçiminde uygulanması gereken toplantı yetersayısının Anayasa’nın
96. maddesinde öngörülen toplantı yetersayısı olduğu Meclis kararıyla
saptanmıştır. Böylece, Anayasa’nın 102. maddesine yapılan gönderme
nedeniyle, Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin toplantı ve karar yetersayısının
ilk oylamada TBMM üye tamsayısının üçte ikisini oluşturan 367 olduğunu
öngördüğü sonucuna varılan İçtüzüğün 121. maddesi dava konusu Meclis
kararına ilişkin birinci oylama yönünden değiştirilerek toplantı
yetersayısı konusunda, Anayasa’nın 96. maddesindeki genel kural
doğrultusunda TBMM üye tamsayısının en az üçte birini oluşturan 184 oyun
yeterli olduğu kabul edilmiştir.
Toplantı ve karar yetersayısının
ilk oylamada TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu, bu bağlamda 367
olduğunu öngördüğü sonucuna varılan Anayasa’nın 102. maddesinin ilk fıkrası
karşısında, bu çoğunluğun 184 olarak uygulanması sonucunu doğuran eylemli
İçtüzük değişikliği niteliğindeki dava konusu TBMM Kararı Anayasa’nın 102.
maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Serruh KALELİ ve Osman Alifeyyaz
PAKSÜT bu görüşlere ek gerekçelerle katılmışlardır.
Haşim KILIÇ ve Sacit ADALI bu
görüşlere katılmamışlardır.
V
- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin eylemli içtüzük değişikliği niteliğinde olan
27.4.2007 günlü, 96. Birleşiminde alınan 11. Cumhurbaşkanı’nın seçiminde
gözetilmesi gereken toplantı yetersayısı ile ilgili kararı, 1.5.2007 günlü,
E.2007/45, K.2007/54 sayılı kararla iptal edildiğinden, bu kararın,
uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının
sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete’de yayımlanacağı güne kadar
YÜRÜRLÜĞÜNÜN durdurulmasına, 1.5.2007 gününde OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
VI
- SONUÇ
Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin eylemli içtüzük değişikliği niteliğinde olan 27.4.2007 günlü,
96. birleşiminde alınan 11. Cumhurbaşkanı’nın seçiminde gözetilmesi gereken
toplantı yeter sayısı ile ilgili kararının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Haşim KILIÇ ile Sacit
ADALI’nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
1.5.2007 gününde karar verildi.
Başkan
Tülay TUĞCU
|
Başkanvekili
Haşim KILIÇ
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
A. Necmi ÖZLER
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Şevket APALAK
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞI OY
Dava,
27.4.2007 günlü 11. Cumhurbaşkanı seçiminin eylemli İçtüzük değişikliği
niteliğinde olan ilk oylamasının dayanağını oluşturan TBMM kararının
Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülerek iptali istemiyle açılmıştır.
Tüm
kamu kurumu ve kuruluşlarının görev ve yetkilerinin kaynağının Anayasa
olduğu ve kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetkinin kullanılamayacağı
hukuk devletinin önemli ilkelerindendir. Bu ilke çerçevesinde Anayasa
Mahkemesi’nin “Görev ve yetkileri” Anayasa’nın 148. maddesinin birinci
fıkrasında belirtilmiştir. Buna göre “Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya
şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise
sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde,
sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin
şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa
Mahkemesinde dava açılamaz.”
Yine
Anayasa’nın 85. maddesinde, “Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya
milletvekilliğinin düşmesine 84 üncü maddenin birinci, üçüncü veya dördüncü
fıkralarına göre karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurulu
kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili
milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya
İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin
karara bağlar.” biçiminde ayrık bir hüküm
öngörülmüştür.
Anılan
hükümlerden de anlaşılacağı gibi, Anayasa’nın 85. maddesinde sözü edilen
yasama dokunmazlığının kaldırılmasına veya üyeliğin düşmesine ilişkin ayrık
kural dışında, Anayasa’da TBMM “kararlarını” anayasal yargı denetimine tabi
tutan, dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ne bu alanda görev veren açık bir
düzenleme yoktur.
Anayasa
Mahkemesi’nin yerleşik kararlarında benimsendiği gibi, Yasama Meclisi’nce
Anayasa’da öngörülenler dışındaki adlar altında ve başka yöntemler
uygulanarak oluşturulan işlemlerin Anayasa Mahkemesi’nin denetimine bağlı
olup olmadığı saptanırken, uygulanan yöntem kadar o metin veya belgenin
içeriğinin niteliği üzerinde de durulup değer ve etkisinin belirlenmesi
gerekir.
Bu
açıdan yapılan değerlendirme, söz konusu metin ve belgenin, Anayasa’ca
denetime bağlı tutulan işlemlerle eşdeğerde ve etkinlikte olduğunu ortaya
koyuyorsa, onun da denetime bağlı tutulması gerekir.
Bu
durumda, Anayasa Mahkemesi’nin bu davada görevli olup olmadığının
belirlenmesi için, Anayasa’ya uygunluk denetiminden geçirilmesi istenen
Türkiye Büyük Millet Meclisi kararının dava dilekçesinde iddia edildiği
gibi bir İçtüzük değişikliği niteliğinde olup olmadığının saptanması
gereklidir.
Anayasa’nın
95. maddesinin birinci fıkrasında, “Türkiye Büyük Millet Meclisi,
çalışmalarını kendi yaptığı İçtüzük hükümlerine göre yürütür.”
denilmektedir.
Yine
Anayasa’nın 95. maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarının,
kendi yaptığı İçtüzük hükümlerine göre yürütüleceği belirtilmiş, TBMM
İçtüzüğü’nün 181. maddesinde de İçtüzük değişikliği yapılmasında izlenecek
özel yöntem gösterilmiştir.
Bu
yöntem dışında ancak İçtüzükte veya Anayasa’da hüküm bulunmaması nedeniyle
ve hemen çözüm bekleyen bir sorunun halli amacıyla alınan ve yeni bir hüküm
getiren Meclis kararlarının içeriği itibariyle ihdası bir İçtüzük
değişikliği olarak kabulü mümkünse de İçtüzükte veya Anayasa’da hüküm
bulunması ve Meclis kararı ile bu hükme uyulmamış olması hali İçtüzük
değişikliği değil, İçtüzüğe ya da Anayasa’ya aykırı Meclis kararı olur ve
İçtüzük değişikliği anlamına gelmez. Aksi düşünce Anayasa’ya aykırı olarak
düzenlenen yasaların eylemli Anayasa değişikliği olarak nitelendirilmesine
de olanak sağlar.
İçtüzüğe
veya Anayasa’ya aykırı Meclis kararlarının denetimsiz kalması kuşkusuz
istenemez. Ancak Anayasa, İçtüzüğe aykırı durumun denetimini öngörmemiştir
ve Anayasa Mahkemesi’ni de görevlendirmemiştir. Böylece Anayasa, yasamanın
parlamenter rejimin kendi iç işleyişi içinde kendini denetlemesini, erkler
ayrımına daha uygun görmüştür. Belirtilen nedenle bu tür kararlara bir
takım isimler-sıfatlar yakıştırmak suretiyle denetime tabi tutulması yoluna
gidilemeyeceği düşünülmektedir.
İptali
istenen TBMM kararında, İçtüzüğün değiştirilmesi yönünde prosedüre uygun
bir teklif, istem veya irade bulunmadığı gibi, içeriği de gözetildiğinde
kararın ihdası olmayıp İçtüzüğe ve Anayasa’ya aykırılığının ileri sürüldüğü,
bir İçtüzük düzenlenmesi veya değişikliği olarak kabulü ile anayasal
denetime tabi kılınması mümkün olmadığı görülmektedir.
Belirtilen
nedenlerle, Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına girmeyen davanın esasa
girilmeksizin ilk inceleme aşamasında görev yönünden reddi gerektiği
görüşündeyim. Ancak bu görüşüm kabul edilmeyerek esasa geçildiğinde esasla
ilgili görüşlerim çoğunluk gerekçesinde belirtilmiştir.
Başkan
Tülay
TUĞCU
KARŞIOY
A
- Genel Değerlendirme
Türkiye Cumhuriyeti’nin 11.
Cumhurbaşkanı’nın seçimine ilişkin sorunun Anayasa Mahkemesi’ne intikal
etmesinden sonra karar sürecinde yargıçların karşı karşıya bulunduğu durumu
tesbit etmek zorunluluğu duyulmuştur. Zira yargıçların karar ya da
karşıoylarında yazdıkları dışında düşündüklerini kamuoyu ile paylaşma
olanağı bulunmamaktadır.
Anayasa’nın 138. maddesinin
birinci ve ikinci fıkralarında aynen “Hâkimler,
görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak
vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir
organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere
ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve
telkinde bulunamaz.” denilmektedir.
Anayasa’nın bu maddeleri ile
yargıçların vicdani kanaatleri tam olarak güvence altına alınmak suretiyle
hiçbir organ, kişi veya merciin bunu etkilemesine imkan verilmemesi
amaçlanmıştır. Anayasa’nın öngördüğü bu sorumluluğun, en sade vatandaştan
makamı ve rütbesi ne olursa olsun herkesin gereğini yerine getirme
zorunluluğu vardır. Ne yazık ki bu zorunluluğa rağmen karar öncesi kimi
kişi, kurum ve merciilerin mahkemeyi etkilemeye dönük söylem ve
davranışlarını onaylamak mümkün değildir.
Mahkeme’nin kendi istekleri
doğrultusunda karar vermemesi halinde ülkenin bir iç çatışmaya
sürükleneceği biçimindeki ifadeler, yargıcın vicdani kanaatinin oluşmasını
doğrudan hedef alan bir eylem biçimidir. Anayasa’nın 138. maddesi açıktır.
Bu sorumluluğa karşın, çatışma çıkacağı tehdidi ya da ülkeyi koruma adına
yapılan açıklamalar oluşacak karara dönüktür. Sonucun kamu vicdanında
tereddüt uyandırmasına neden olabilecek bu ve buna benzer davranışlar ve
söylemler demokratik hukuk devletinde onaylanması mümkün olmayan
sorumsuzluklardır.
Hukuku korumaya yönelik bu
düşünceler sadece tarihe not düşmek üzere yazılmıştır.
B
- Dava Konusu Kararın Değerlendirilmesi
TBMM İçtüzüğü’nün 121. maddesinin
birinci fıkrasındaki “Anayasanın 102. maddesindeki hükümlerine göre”
ibaresini eylemli olarak değiştirilen TBMM kararının ve bu karara dayalı
uygulamanın, bu uygulamanın ayrılmaz parçası olan 11. Cumhurbaşkanı
seçimine ilişkin 27.4.2007 günlü ilk oylamanın iptali ve yürürlüğünün
durdurulması istenmiştir.
1 - Sözkonusu TBMM kararının bir
İçtüzük değişikliği niteliğinde olup olmadığı;
Anayasa Mahkemesi, TBMM’nin
çalışma biçimini düzenleyen İçtüzük değişikliklerini bugüne kadar iki ana
eksen etrafında incelemiştir. TBMM’ce yapılan uygulamanın,
-İhdası nitelikte yeni bir İçtüzük
kuralı oluşturması
-Mevcut İçtüzük kuralını
değiştirmesi
Parlamento kararı ile eylemli
olarak yeni bir İçtüzük kuralı oluşturulması (ihdas) Anayasa Mahkemesi’nin
denetim alanına girer nitelikte görüldüğünden anayasal denetim
yapılagelmiştir. Kararla oluşturulan eylemli yeni İçtüzük kuralının daha
önce usulüne göre yürürlüğe girmiş TBMM İçtüzüğünde olmayan bir konunun
düzenlenmiş olması gerekir. İçtüzükte bulunmayan yeni bir konunun Meclis
kararı ile uygulamaya konulması Mahkeme’nin görev alanına girmektedir.
Bunun sebebi çoğunluk görüşünde de belirtildiği gibi, iptali istenilen bir
yasama tasarrufunun anayasal denetime bağlı tutulabilecek nitelikte olup
olmadığı saptanırken sadece, onun bu tasarrufta bulunan organ tarafından
nasıl nitelendirildiğine ve hangi ismin verildiğine veya bu işlemin nasıl
bir usûl izlenerek yapıldığına bakılması yeterli olmayıp, yapılış yöntemi
ve adı ne olursa olsun hukuksal niteliği, etkisi ve doğurduğu sonuçlar da
gözetilmelidir. Yapılacak değerlendirme sonucunda, iptali istenilen
tasarrufun Anayasa’nın 148. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi’nin denetim
alanına giren kanun, KHK veya TBMM İçtüzüğü ile aynı değer ve etkide bir
işlem olduğu kanısına varılırsa bu işlem Anayasa Mahkemesi’nce
denetlenebilir. Aksi halde, hukuksal nitelikleri, etkileri ve meydana
getirdikleri sonuçlar bakımından, Anayasa’ya uygunluk denetimine tabi
tutulan kanun, KHK ve TBMM İçtüzüğü ile eşdeğerde bulunan ve bu nedenle de
belirtilen işlemlere özgü yöntem ve isimlerle tesis edilip hukuki varlık
kazanması gereken bazı yasama tasarrufları, farklı yöntem ve isimlerle hukuk
sistemine dahil edilerek Anayasa’ya uygunluk denetiminin kapsamı dışına
çıkarılabilir.
Bu durumda, adı yeni bir İçtüzük
düzenlemesi olmadığı ve İçtüzük yapılması ve değiştirilmesindeki yöntem
uygulanmadığı halde, değer ve etkisi bakımından birer İçtüzük kuralı
niteliğinde olan Meclis kararları anayasal denetime bağlı tutulabilir.
Değer ve etkileri bakımından aralarında fark bulunmayan yasama
tasarruflarının aynı yargısal denetime bağlı tutulmaları hukuk devleti
olmanın da gereğidir.
Bir konu mevcut İçtüzükte
düzenlenmiş, nasıl yapılacağı ayrıntılı biçimde belirtilmiş ise bunun
eylemli biçimde değiştirilmesinden bahsedilemez. Mevcut kuralın aksine bir
uygulama yapılmış olması ancak içtüzüğe aykırı bir tasarruf olarak
nitelendirilebilir. İçtüzüğe aykırı bir uygulamanın denetim yeri ise ne
Anayasa Mahkemesi ne de başka bir yargı kuruluşudur. Anayasakoyucu
Anayasa’da açıkça belirtilen parlamento kararlarının denetimi dışında bu
kararların denetleneceğini öngörmemiştir.
Bu bağlamda söylemek gerekirse,
Anayasa’nın 85. maddesinde sözü edilen yasama dokunulmazlığının
kaldırılması veya milletvekilliğinin düşmesi ile TBMM İçtüzüğü’nün hukuki
yapıları birer parlamento kararı olduğundan bunların Anayasa Mahkemesi’nin
denetim alanında olduğu kuşkusuzdur. Bunun dışında, ihdasi nitelikte
olmamak kaydıyla alınmış parlamento kararlarının yargısal denetiminden
bahsedilemez.
Bu ayrım yapıldıktan sonra somut
olayımıza dönecek olursak, dava konusu Türkiye Büyük Millet Meclisi
kararının alındığı 27.4.2007 tarihli 96. birleşiminde, ilk oylamaya
geçilmeden, bir milletvekilinin Anayasa’nın 102. maddesinin birinci fıkrası
gereğince Cumhurbaşkanı seçimi için Mecliste en az 367 milletvekilinin
hazır bulunması gerektiği, aksi halde toplantı yetersayısı bulunmadığından
oylamaya geçilemeyeceği yönündeki açıklamaları üzerine, konuyla ilgili usul
tartışması açılmış ve bu tartışmanın sonucunda oturumu yöneten Meclis
Başkanı, Anayasa’nın 96. maddesindeki toplantı yetersayısıyla ilgili kural
uyarınca 184 milletvekilinin Genel Kurul’da hazır bulunmasının gündemin
Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili kısmına geçilebilmesi için yeterli olduğunu
belirterek bu konuda yapacağı uygulamanın İçtüzüğe ve Anayasa’nın 96. ve
102. maddelerine uygun olup olmadığı hususunu Genel Kurul’un onayına
sunmuştur. Genel Kurul da Başkan’ın tutumunun Anayasa’ya ve İçtüzüğe uygun
olduğu yönünde karar vermiştir. Böylece, Cumhurbaşkanı seçiminde
uygulanması gereken toplantı yetersayısının Anayasa’nın 96. maddesinde
öngörülen TBMM üye tamsayısının en az üçte biri oranındaki toplantı
yetersayısı olduğu Meclis kararıyla tespit edilmiştir.
Belirtilen uygulama sonucunda
ortaya çıkan bu karar TBMM İçtüzüğü’nün 121. maddesine uygun bir karar
olabileceği gibi aykırı bir karar olduğu da ileri sürülebilecektir. İki
görüş de mümkündür. Ancak mümkün olamayacak tek şey, bunun İçtüzüğü
değiştiren bir uygulama olduğunu ileri sürmektir. Aksi halde İçtüzüğe
aykırı her durumun bir içtüzük değişikliği nitelemesi ile Mahkeme önüne
getirilmesi kaçınılmaz olur. Anayasa’nın 84., 85. ve İçtüzüğün denetiminin
öngörüldüğü 148. maddeler dışında bu tür parlamento kararlarının
denetiminin Mahkemece yapılması, kaynağı Anayasa’da olmayan bir yetkinin
kullanılması anlamına gelir. Anayasa Mahkemesi, Meclis İçtüzüğü’ne uygun ya
da aykırı tasarrufların denetim mercii değildir.
Söz konusu karar İçtüzüğe uygun da
olsa aykırı da olsa, bunun Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına girmediği
açıktır. Belirtilen nedenlerle görevsizlik kararı verilmesi gerekirken
Mahkeme’nin görev alanına giren bir yasama tasarrufu olarak
değerlendirilmesinde isabet yoktur.
2 - İşin esasına gelince;
TBMM İçtüğüzü’nün 121. maddesi
Cumhurbaşkanı seçiminin Anayasa’nın 102. maddesindeki hükümlere göre
yapılacağını öngörmektedir.
Anayasa’nın 102. maddesine yapılan
bu gönderme nedeniyle sorun 102. maddenin nasıl anlaşılması gerektiğinden
kaynaklanmaktadır. 102. maddedeki karar yetersayısı yanında toplantı
yetersayısının da gösterilip gösterilmediği problemin esasını
oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 102. maddesinin
kapsamında bir toplantı yetersayısının olup olmadığını tartışmadan önce,
1961 Anayasası’nın Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili hükümlerinin
irdelenmesine ihtiyaç vardır. 1980 darbesinin nedenlerinden biri olan
Cumhurbaşkanı’nın altı aya yakın bir süre seçilememiş olması olayımıza ışık
tutacaktır.
1961 Anayasası’nın 86. maddesine göre
Meclis her zaman üye tamsayısının salt çoğunluğu ile toplanıyor ve
istisnalar dışında toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar
veriyordu. Her
iki Meclisin (Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu) birlikte toplanması
durumlarında ise, iki Meclis üye tamsayısı toplamının salt çoğunluğu
TOPLANTI yetersayısını oluşturuyordu. 95. maddesine göre de,
Cumhurbaşkanı’nın seçimi her iki Meclisin birlikte toplanması (tam mevcudun
salt çoğunluğu ile) sonucunda yapılabiliyor, iki Meclisin toplam sayısının
638 olduğu gözetildiğinde, toplantı nisabının sağlanması için 319 üyenin
varlığı gerekiyordu. Cumhurbaşkanı seçimlerinde karar nisabı için ilk turda
tam mevcudun üçte ikisi (426 üye) aranmakta, bu çoğunluk sağlanamadığı
takdirde de diğer turlarda tam mevcudun salt çoğunluğu (319 üye) ile devam
edilmekteydi.
Görüldüğü gibi, her iki Meclisin
birlikte çalıştığı durumlarda toplantı yetersayısının oldukça yüksek olması
ve ilk iki turdan sonra salt çoğunluğun aranması Cumhurbaşkanlığı seçimini
son derece güçleştirmekte ve ilk iki turdan sonra sayısız turlara devam
edilmesi nedenleriyle seçim sonuçlanamamakta idi. Demokratik hayata ara
verilmesine neden olan bu duruma çözüm üretmek amacıyla yeni Anayasamızın
96. ve 102. maddelerinde gerekli düzenlemeler yapılmıştır.
1982 Anayasası’nı düzenleyen
Danışma Meclisi’nin kabul ettiği metinde Cumhurbaşkanı’nın seçimi 110.
madde ile 116. maddelerde düzenlenmiş iken, Milli Güvenlik Konseyi bu iki
maddeyi birleştirmek suretiyle şimdiki 102. maddeyi oluşturmuştur. Danışma
Meclisi’nin kabul ettiği 110. ve 116. maddeler aynen şöyledir:
“MADDE 110. - Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet
Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir.
Seçimin yirmi günde tamamlanması gerekir.
Beşer
gün ara ile yapılacak oylamaların ilk ikisinde BU ÇOĞUNLUK sağlanamazsa,
beş gün sonra üçüncü oyalama geçilir; üçüncü oylamada, üye tamsayısının
salt çoğunluğunu sağlayan aday, seçilmiş olur. Bu oylamada salt çoğunluk
sağlanamadığı takdirde, beş gün sonra üçüncü oylamada en çok oy alan iki
aday arasında dördüncü oylama yapılır. Bu son oylamada da üye tamsayısının
salt çoğunluğu sağlanamazsa, derhal milletvekilleri seçimlerine gidilir.
MADDE
116.- Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından yirmi gün önce; veya
Cumhurbaşkanlığı makamının boşalmasından on gün sonra; Türkiye Büyük Millet
Meclisince yeni Cumhurbaşkanı seçimine başlanır ve
onbeş gün içinde sonuçlandırılır. Her iki halde de Cumhurbaşkanlığı için
gösterilecek adayların, seçime başlama tarihinden önceki on gün içinde,
Meclis Başkanlık Divanına bildirilmesi gerekir.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse, hemen toplantıya çağrılır.
Görevi
biten Cumhurbaşkanlarının, sonraki yaşama şartları ve imkânları kanunla düzenlenir.”
1982 Anayasası’nın 102. maddesini
oluşturan bu iki madde birleştirilirken sadece süreçte işleyen günlere
ilişkin değişiklikler yapılmıştır. Ancak, burada üzerinde önemle durulması
gereken konu, 110. maddenin ikinci fıkrasındaki “BU ÇOĞUNLUK” ifadesi ile
birinci fıkrada öngörülen üçte iki karar çoğunluğuna gönderme yapılmasıdır.
1961 Anayasası’nın 110. maddesinin
birinci fıkrasındaki üçte ikinin öngörüldüğü cümle ile yeni Anayasanın 102.
maddesinin ilk cümlesi aynıdır. Başka bir ifade ile 102. maddenin birinci
cümlesinin de KARAR YETERSAYISINI öngördüğüdür. Nitekim, Danışma
Meclisindeki görüşmelerde Anayasa Komisyonu ve Divan üyesi Prof. Dr. Turgut
TAN, “Anayasada hiçbir işte özel karar nisaplarının aksine ÖZEL TOPLANTI
NİSABININ öngörülmediğini” vurgulamaktaydı (Danışma Meclisi Anayasa
Komisyonu Tutanağı s. 271).
1961 Anayasası’na göre yapılan
meclis çalışmalarında görülen olumsuzlukları gidermek amacıyla, 1982
Anayasası’nın 96. maddesinde gerekli değişiklikler yapılarak sorun
çözülmeye çalışılmıştır. Anayasa’nın 96. maddesi, tamamen farklı kavramlar
olan toplantı ve karar yetersayılarını açıkça ayırmakta ve maddenin
başlığında (“toplantı ve karar yetersayısı”) bu iki kavram ayrı ayrı
zikredilmektedir. Maddeye göre “Anayasada, başkaca bir hüküm yoksa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır ve
toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir; ancak karar
yetersayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından
az olamaz”. Anayasa, çeşitli hükümlerinde (m. 84, 87, 99, 102, 105, 111,
175) karar yetersayısı olarak özel ya da nitelikli bir çoğunluk öngördüğü
halde, toplantı yetersayısıyla ilgili olarak hiçbir özel ya da istisnai bir
hükme yer vermemiştir. Bu durumda “Anayasada başkaca bir hüküm”
bulunmadığına göre, Cumhurbaşkanı seçimi dahil her konuda, 96. madde
hükmünün uygulanacağı, yani TBMM’nin en az üye sayısının üçte biri olan 184
üyenin hazır bulunmasıyla toplanabileceği açıktır. Anayasa’nın lafzî yorumu
gibi, tarihsel ve amaçsal yorumu da bu görüşü güçlendirmektedir.
Bu durumda, 1982 Anayasası’nın 96
maddesinde Cumhurbaşkanlığı seçimi dahil, meclisin tüm toplantılarında 1961
Anayasası’nın “tam mevcudun salt çoğunluğu” koşulu terkedilerek, tam
mevcudun üçte biri toplantı yeter sayısı olarak kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 102. maddesinin
birinci fıkrasından bir “TOPLANTI YETERSAYISI” üretmek mümkün değildir.
Meclisin çalışmalarını kolaylaştırmak amacı gözetildiğinde, maddenin
tarihsel gelişimi de buna izin vermemektedir. Çoğunluk görüşünün dayanağını
oluşturan bir toplantı yetersayısının türetildiği 102. maddenin birinci
fıkrasında, aynen, “Cumhurbaşkanı, TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu
ile ve gizli oyla seçilir” denilmektedir.
Fıkrada “üçte iki”, “gizli oy” ve
“seçim” sözcükleri geçtiğine göre, bunun toplantı nisabı için öngörüldüğünü
söylemek yorumda isabetsizlik değil, Anayasa’yı yorum yoluyla dolaylı
yoldan değiştirmek anlamını taşır. Sözcüklerin anlam ve niteliği toplantı
nisabı için kullanılmaya asla elverişli değildir. Anayasa’nın şekil
şartlarına ilişkin düzenlenen tüm maddelerinde konular, net, anlaşılabilir
ve yorumu gerektirmeyen açıklıktadır. Şekil kuralları yorumla üretilemez.
Anayasa’yı yapanların tıpkı karar yetersayılarına ilişkin düzenlemelerde
olduğu gibi, toplantı yetersayılarında da özel kurallar koymasını
engelleyen ne olabilir? Bu kadar basit bir şekil şartı istenseydi açıkça
belirtilirdi.
102. maddenin birinci fıkrasında
belirtilen karar yetersayısının, üçüncü fıkrada öngörülen dört turda nasıl
gerçekleşeceği yine üçüncü fıkradaki açılımla sağlanmıştır. Çoğunluğun
ifade ettiği gibi, 1. turdan başlamak üzere, önce 3/2 oranında üye ile
toplantı nisabı, sonra da 3/2 oranındaki üyelerle karar yetersayısı
aranacak olması, toplantı nisabının uzlaşma için bir tehdit unsuru olarak
kullanılması sonucunu doğurur. Oysa, anayasakoyucunun uzlaşma için
kullandığı zorlayıcı unsur, adaylık süresi de dahil, 30 gün içinde
Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılması, aksi halde derhal genel seçimdir.
1961 Anayasası’nda ilk iki turda 3/2 çoğunluk sağlanamaz ise sonraki
sınırsız turlardaki tam mevcudun salt çoğunluğu koşulu da 1982
Anayasası’nda en fazla iki turla sınırlandırılmak suretiyle mutlaka seçim
yapılmasını zorlamaya dönüktür. 102. maddenin birinci fıkrasından hareketle
en az 367 üyenin katılımı ile toplantı yapılmasını öngörmek, geriye kalan
184 milletvekilinin daha karar aşamasına gelmeden TBMM’ni bloke ederek
çalışamaz duruma getirmesine izin vermektir. Üçte birlik bir azınlığın
seçim sürecini bu yolla engellemesi azınlığın çoğunluğa tahakküm etmesine
neden olacaktır. Demokrasi sınırsız bir çoğunluk rejimi değildir, ancak,
azınlığın çoğunluğa dayattığı bir rejim de hiç değildir. Bu yol, azınlığın
çoğunluğu etkisiz hale getirmesi, başka bir anlatımla, çoğunluğun devre
dışı bırakılması gibi hiçbir demokratik ülkede olmayan bir garâbeti
doğurur. Önceden kestirilmesi mümkün olamayan yorumlarla yeni usül
kuralları üretilmesi hukuk güvenliğini yok eden yaklaşımlardır.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin
yirmi günde tamamlanmasını amaçlayan anayasakoyucunun daha birinci turda
3/2 toplantı nisabı ile sistemi tıkayan bir modeli istemiş olması asla
düşünülemez. Toplantı nisabı (3/2) sağlanamadığı sürece 2., 3. ve 4.
turların yapılması mümkün olmayacak, buna ilişkin kurallar anlamsız, işlevsiz
kalacak, seçimlerin derhal yapılmasının bağlı olduğu 4. tur hiçbir şekilde
gerçekleşmeyeceğinden fiili durumlarla sonuca gidilecektir.
Daha seçimin başında üçte iki
toplantı nisabını aramak, 1961 Anayasası’nda sorun olmuş bir konuyu çözmek,
kolaylaştırmak değil daha da ağırlaştırmaktır. 1982 Anayasası’nı yapanların
iradesi bu değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bundan sonra istenen
toplantı nisabıyla daha büyük sorunların kaynağı olmaya adaydır. Tam da bu
noktada demokratik hayat, yerini, daha ağır kaoslara bırakmak gibi hiç de
düşünülmeyen sonuçlara neden olabilecektir.
Belirtilen nedenlerle karar
Anayasa’nın 102. maddesine aykırı değildir.
Çoğunluğa bu düşüncelerle
katılmadım.
Haşim
KILIÇ
Başkanvekili
KARŞIOY
TBMM İçtüzüğü’nün 121.
maddesinin birinci fıkrasındaki “Anayasa’nın 102 nci maddesi hükümlerine
göre” ibaresini eylemli olarak değiştiren TBMM kararı, buna dayalı uygulama
ve bu uygulamanın ayrılmaz parçası olan 27.4.2007 tarihli Cumhurbaşkanı
seçimi ilk oylamasının Anayasa’nın 96. ve 102. maddelerine aykırılığı
iddiasiyle iptaline ve iptal kararı yürürlüğe girinceye kadar bu uygulama
ile oluşmuş olan İçtüzük hükmünün yürürlüğünün durdurulmasına dair istemle
ilgili olarak:
Bir kere, ortadaki işlem eylemli
İçtüzük değişikliği değil TBMM kararıdır. Anayasa’da sayılan istisnai
haller dışında TBMM kararları üzerinde Anayasa Mahkemesi denetimi yoktur.
Ancak, ilk inceleme evresinde (dörde karşı yedi oyla) dava konusu TBMM
kararı eylemli İçtüzük değişikliği olarak nitelendirilmiş ve esas inceleme
evresinde tartışma eylemli İçtüzük değişikliğinin Anayasa’ya aykırı olup
olmadığı üzerinde odaklanmıştır.
Buna göre;
1 - Toplantı yetersayısı 1961
Anayasası’na göre her iki Meclis için üye tam- sayısının salt
çoğunluğuyken, 1982 Anayasası’nın 96. maddesiyle üye tamsayısının üçte biri
(184 oy) olarak düzenlenerek TBMM’nin toplanması daha kolay hâle
getirilmiş, Anayasa ve TBMM İçtüzüğü’nün başka herhangi bir maddesinde özel
bir toplantı nisâbı öngörülmemiştir.
Aynı maddeye göre, üye tamsayısının
dörtte birinin bir fazlasından az olmamak şartiyle toplantıya katılanların
salt çoğunluğu olarak belirlenen genel karar yetersayısının ise;
- Genel ve özel af ilanı: Üye
tamsayısının beşte üçü (m. 87),
- TBMM Başkanının seçimi: Üye
tamsayısının üçte ikisi veya üye tamsayısının salt çoğunluğu (m. 94),
(Dördüncü tur oylamada genel karar nisâbı yeterlidir.)
- Başbakanın ve bakanların
Meclis’e karşı siyasî sorumluluk mekanizmalarının işletilmesi: Üye
tamsayısının salt çoğunluğu (m. 99,111),
- Meclis soruşturması yoluyla bakanların
Yüce Divana sevk kararı: Üye tamsayısının salt çoğunluğu (m. 100),
- Cumhurbaşkanının seçimi: Üye
tamsayısının üçte ikisi veya üye tamsayısının salt çoğunluğu (m. 102),
- Cumhurbaşkanının vatana
ihanetten dolayı suçlandırılması: Üye tamsayısının dörtte üçü (m. 105),
- Anayasa’nın değiştirilmesi: Üye
tamsayısının üçte ikisi veya beşte üçü (m.175)nde olduğu gibi, istisnâî hâlleri
açıkça belirtilmiştir.
2 - Anayasa ve kanunlar kamu
düzenini kurmak ve belli ihtiyaçları (amaçları) karşılamak için çıkartılır.
Bir hüküm işlemez hâle gelmiş ve değiştirilmek isteniyorsa, o da bir
ihtiyaca dayanır.
1961 Anayasası’ndaki Cumhurbaşkanı
seçimiyle ilgili madde işlemez duruma düşmüş, Meclis’i aylarca çalışmaktan
alıkoymuş, tıkanmalar ortaya çıkmış, sonunda bir askeri ihtilâlin sebebi
hâline bile gelebilmiştir. Böyle siyasî bunalım durumlarından kurtulmak
için Cumhurbaşkanlığı seçimi kolaylaştırılmak, kısa vâdede çözüme ulaşmak,
engellemeler kaldırılmak amaçlanmış, bu meyanda, sonu belli olmayan
turlamalar 1982 Anayasası ile dörtle sınırlandırılmış, son tur oylamaya en
çok oy alan iki adayın katılıp seçilebilmek için de salt çoğunluk sayısını
bulmaları gerektiği öngörülmüş, aksi hâlde milletvekili seçimlerinin
yenileneceği gibi bir müeyyide (tehdit) getirilmiştir. Bu itibarla,
Cumhurbaşkanı seçiminde erkenden sonuç almayı hedefleyen bir irâdenin, daha
başta genel kurulda üye tamsayısının üçte ikisinin bulunmaması hâlinde
müteakip turlara geçilemeyeceği ve böylece seçim sürecinin otomatik olarak
işleyemez hâle geleceği, 367 milletvekili ile oturuma başlanmadı diye TBMM
seçimlerinin derhal yenileneceğine karar vermesi Anayasa’nın temel
ilkelerine ve maksadına da aykırı olur. İlk oylamada 367 üyeyle “toplansın”
diyen bir anayasakoyucunun altı gün sonra 276 milletvekilinin oyuyla
Cumhurbaşkanının seçilmesine müsaade etmesi (razı olması) kendi kendisiyle
çelişmesi demektir. Sonuç almaya zorlama irâdesiyle süreci baştan
zorlaştırma tavrı birbirine zıt şeylerdir. Anayasa’nın 102. maddesinin
birinci fıkrasında “toplanmak” için değil Cumhurbaşkanını gizli oyla
“seçmek” için 367 oyun gerektiği ifâde edilmektedir. Toplantı nisâbının
karar nisâbı gibi 367 sayılması hukukun büyük ölçüde zorlanması demektir.
Cumhurbaşkanı seçiminde de toplantı nisâbı bakımından uyulması ve
uygulanması gereken Anayasa kuralı 96. maddede yer almaktadır. Öte yandan,
TBMM İçtüzüğü’nün 121. maddesinin birinci fıkrasında, “Cumhurbaşkanı,
Anayasa’nın 101 inci maddesinde yazılı nitelikleri taşıyan adaylar
arasından, Anayasa’nın 102 nci maddesi hükümlerine göre seçilir” hükmü yer
almaktadır. Bununla Anayasa’nın 102. maddesine atıf yapılmasiyle
yetinilmiş, başka bir düzenlemeye gidilmemiştir.
3- Bir hakkın suistimalinin
kanunca himâye görmeyeceği ve bir işden maksat ne ise hükmün de ona göre
olacağı evrensel hukuk kurallarındandır.
Meclis genel kuruluna girmek,
toplantılarda hazır bulunmak, kanun yapıcılığında aktif rol almak,
dolayısiyle, Meclis’in işlemesini sağlamak her milletvekilinin en tabiî
görevidir. Yasama organı üyeliğine seçilmiş ve bu sıfatla beş yıl hizmet
etme hakkını kazanmış olmanın icapları arasında toplantılara katılmamak
sûretiyle Meclis’in çalışmasını güçleştirmek, önlemek ve karar alınmasına
mâni olmak yoktur. Anayasa’da belirtilen olağan engelleme (obstrüksüyon)
yolları ancak Meclis’de fiilen hazır bulunulduktan sonra düşünülecek
şeylerdir. Aksi hâlde, üçte iki veya beşte üç nisâbının arandığı
toplantılarda Meclis’e girmeyerek karar alma mekanizmasını tıkamak her
zaman mümkün olacaktır. Artık bundan sonra 367 oy şartı aranacağından ve
Meclis’in teşkil tarzı dâimâ değişebileceğinden Cumhurbaşkanını seçmek de
son derece zorlaşacak, hattâ, bu usûlü yumuşatmak bakımından, meselâ, seçim
usûlünü yeniden düzenlemek için 175. madde uyarınca beşte üç çoğunlukla
Anayasa değişikliğine gitmek bile kolay olmayabilecek, 1961 Anayasası
uygulamasında karşılaşılan zorluklara 1982 Anayasası ile getirilen
çözümler, tam bir geri dönüşle, sistemde daha ağır sosyo-politik ve
sosyo-ekonomik problemlere yol açabilecektir.
Esas olan, Meclis’in ârızasız
işlemesi, kesintisiz çalışması, görevini yapması ise, Anayasa hükümlerini
buna göre yorumlamak kamu düzenini devâm ettirmenin ve toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adâlet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olmanın da gereğidir.
Bu sebeblerle çoğunluk yorumuna ve
görüşüne katılmamaktayım.
Üye
Sacit
ADALI
KARŞIOY GEREKÇESİ
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
27.4.2007 günlü 96. birleşiminde alınan 11. Cumhurbaşkanı’nın seçiminde
uyulması gereken toplantı yeter sayısı ile ilgili kararının, çoğunluk
görüşü doğrultusunda, eylemli içtüzük değişikliği niteliğinde olduğu, bu
nedenle de Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına girdiği sonucuna varılarak
işin esasının incelenmesine karar verilmiştir.
Konuya ilişkin önceki
uygulamaların değerlendirilmesinden, TBMM’nin, Cumhurbaşkanı seçimlerinde
Anayasa’nın 96. maddesindeki genel kural uyarınca toplantı yeter sayısının
alt sınırını üye tamsayısının üçte birine tekabül eden 184 olarak kabul
ettiği bu nedenle de toplantı yeter sayısının varlığının saptanması için
yoklama yapılmadığı anlaşılmaktadır. Dava konusu kararla oluşan oylamada da
aynı esasın benimsendiği görülmektedir. Ancak bu uygulamalarla ilgili
Anayasa Mahkemesi’ne herhangi bir başvuru yapılmadığından konunun
Anayasa’ya uygunluğu tartışılmamıştır.
Bu durumda, iptali istenilen TBMM
kararının, İçtüzüğün değiştirilmesi yönünde usulüne uygun bir teklif, istem
veya irade içermemesi, önceki eylemli uygulamalar ile düzenlemenin
yapıldığı 1996 yılından sonraki İçtüzüğün 121. maddesine dayanan
uygulamalar arasında bu yönden bir fark da bulunmaması karşısında, dava
konusu uygulamanın eylemli bir içtüzük değişikliği olarak kabulü ile
Anayasal denetime bağlı tutulması olanaklı bulunmadığından iptal isteminin
görevsizlik nedeniyle reddi gerektiği düşüncesiyle işin esasının
incelenmesi yolundaki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
İşin esasıyla ilgili kanaatim ise
çoğunluk gerekçesinde belirtilmiştir.
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
EK GEREKÇE
Cumhurbaşkanlığı
seçimi nedeniyle ortaya çıkan ve TBMM 96. birleşimin konusunun
görüşülebilmesinin ve sonucuna verilen değerin hukukiliği ve yasallığının
Anayasanın 96. ve 102. maddeleri uyarınca değerlendirilmesi de Türk siyasal
hayatının toplumsal sözleşmesi olan Anayasanın temel ideolojisini hiçbir
noktada devre dışı bırakmadan, amacına halel getirmeden, gelişmesine olanak
sağlayacak biçimde yapılması gerekmektedir.
1961
Anayasasının getirdiği toplantı yeter sayısının yüksekliğinden
yararlananların toplantıları engellemelerinin önüne geçmek amacı ile 1982
Anayasası, 96/1. maddesinde Meclisin toplanmasını kolaylaştırıcı bir genel
kural getirmek istemiştir. Ancak bu genel kuralın, siyasal iktidarı elinde
tutan güçlerin çalışmalarında siyasal sistem bütünlüğünün korunmasını
gözardı ederek, anayasal formdan, onun getirdiği sınır kurallardan
uzaklaşmak anlamına gelmediği de bir gerçektir.
Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde Anayasanın 102. maddesinin genel hüküm sayılan 96. maddeden
ayrılıp nitelikli çoğunluk araması, sistemi korumak için bir gereksinim
olarak algılanmış ve bu nedenle de özel bir norm olarak Anayasada yerini
almıştır.
Buradaki
nitelikli çoğunluk, yasama organının kurulu iktidar olarak yasa yapmakla
örtüşen toplantı ve karar yeter sayıları düşüklüğü ile bir tutulamaz.
Anayasa, Cumhurbaşkanının konumuna özel önem vermiş, herhangi bir parti
ideolojisinden uzak kalmasını ve Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk milletinin
birliğini temsil etmesini istemiştir. Böyle bir kişinin seçiminde de, TBMM
üyelerinin bu amaca uygun bir sorumluluk içinde uzlaşmalarını sağlamak ve
bu nedenle genel kuraldan ayrılarak nitelikli bir çoğunlukla toplanıp karar
almalarını aramıştır.
Cumhurbaşkanı,
bizzat egemen Devleti temsil etmekle birlikte egemenlik hakkının
kullanımına da katılır ki, demokratik rejimin işleyişinde denge ve denetim
görevini yerine getirsin. Bu konumdaki Cumhurbaşkanının seçiminin ise
çoğulcu-uzlaşmacı demokrasideki kural ve kuramlara uygun olması, Anayasanın
temel ideolojisi ve felsefesinin bir gereğidir.
Anayasanın
96. maddesindeki genel kural daha çok görüşmeyi zorunlu kılan toplantı ve
karar süreçleri için düşünülmüş, başka bir deyişle oylamadan önce
görüşmeye- müzakereye katılıp, katılmama ile ilgili yeter sayıdır. Oysa
Cumhurbaşkanlığı seçiminde görüşme, müzakere olmayıp doğrudan seçim
oylaması vardır. Bu oylamada önemli olan kavram “oylamaya katılmadır” ve
bunun toplantı ve karar nisabı olarak ayrılması oylama sürecinin doğasına
aykırıdır.
Hal
böyle iken Anayasanın 96. maddede, toplantı ve karar yeter sayıları önüne
koyduğu “başkaca bir hüküm yoksa” ibaresine rağmen bunu dışlayan ve genel
hüküm niteliğindeki genel toplantı nisabını ele alıp, bunun
Cumhurbaşkanlığı seçimi “oylama” toplantısına da uygulanacağının
düşünülmesi, Anayasanın 102/1. maddesinin ve 102/3. maddede belirtilen
yetersayılarda mündemiç olan “başkaca bir hüküm” olma niteliğini gözardı
etmektir.
Karar
çoğunluğu kavramı, tek başına bakıldığında seçen kişi sayısalıdır.
Toplantının konusuna göre amaç sayısalı olan toplantı yeter sayısı, o
toplantıda kendini ifade etmeden, var olduğu anlaşılmadan karar sayısalına
işlerlik kazandırmaz. Aksi düşüncede Cumhurbaşkanlığı gibi önemli seçim
toplantısında TBMM üyesine, nitelikli çoğunluk olma gereği nedeniyle
toplantıda bulunma sorumluluğu getiren çoğulcu-katılımcı (majoritarianizm)
davranış yerini, sadece “oy”una ihtiyaç duyulan, bireysel ayırt edici
(indivudiality) kimlik ve yeteneğine ihtiyaç duyulmayan niteliğe bırakır.
Bu
bağlamda Anayasanın Cumhurbaşkanının Meclis üye tam sayısının üçte iki
çoğunluğu ile seçileceğini belirten 102. maddesinin birinci fıkrası da
yasama organını ilk iki oylamada bağlayan bir kuraldır. Bu bağlayıcılığın
bir anlam ifade edebilmesi için en az aynı oranda milletvekilinin
Cumhurbaşkanlığı seçimine katılması gerekir.
Anayasanın
11. maddesi, Anayasa hükümlerinin herkesi bağlayan temel hukuk kuralları
olduğunu apaçık söylediğine göre, bu temel kural olmadan Anayasada amaç ve
işlevsellik değerlendirilmesi yapılamaz. Anayasa kuralları, yaratıldığında
var olan sübjektif değerden uzaklaşarak, lafzi yorumunun ötesinde,
düzenledikleri alanla ilgili olarak gelişen siyasal kabul ve toplumsal
değerler doğrultusunda yerini sistematik ve amaçsal yoruma ve buna bağlı
işlevselliğe bırakır. Anayasamız sadece lafzi yorumla değerlendirilecek bir
hukuk argümanı bir usul belgesi olmadığına göre, kendi iç tutarlılığı
yönünden bir bütün olarak algılandığında, 102/1. maddesinin “üçte iki”
sayısal belirlemesinin yüklemini, yalnızca seçme ile sınırlı saymak, bu
fıkranın hedef alanının da abesle iştigal ettiği anlamına gelecektir ki
böyle bir yorumun kabulü mümkün değildir.
Mahkememiz
kararında, ifadesini yeterince bulmayan Cumhurbaşkanlığı seçiminde
Anayasanın 102/1. maddesinin anayasal sistem bütününde idelojisi ve
hedeflediği alanda çoğunluk kastından ne anlaşılması gerektiği anlatımına
bu ek gerekçe ile katılıyorum.
Üye
Serruh
KALELİ
EK
GEREKÇE
On birinci Cumhurbaşkanının
seçimine ilişkin 27.04.2007 günlü oylamada Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün eylemli olarak değiştirilmesi ve bunun sonucunda, Anayasanın
öngördüğü toplantı yeter sayısının gözetilmemesi nedeniyle iptaline ilişkin
karara aşağıdaki ek gerekçelerle katılmaktayım:
1. Daha önceki Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinin eylemli İçtüzük değişikliği uygulamasında emsal teşkil edip
etmediği yönünden:
Cumhurbaşkanı seçimi, Cumhuriyet
tarihimizde ilk kez Anayasa Mahkemesinde bir iptal davasına konu olmuştur.
Devlet Sistemimizde Anayasa yargısının 1962’den önce yer almadığı; 5. ve 6.
Cumhurbaşkanlarının 1961 Anayasasına göre, 7. Cumhurbaşkanının Anayasanın
halkoylaması ile kabulü suretiyle; 8., 9. ve 10. Cumhurbaşkanlarının ise
bugünkü Anayasamıza göre seçildikleri bilinmektedir.
Anayasamızın geçici 6. maddesi
“Anayasaya göre kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplantı ve
çalışmaları için kendi içtüzükleri yapılıncaya kadar, Millet Meclisinin 12
Eylül 1980 tarihinden önce yürürlükte olan İçtüzüğünün, Anayasaya aykırı
olmayan hükümleri uygulanır” şeklindedir. Bu maddenin öngördüğü içtüzük,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 584 sayılı kararı ile 5.3.1973 tarihinde
kabul edilen içtüzüğün, kapsamlı şekilde ele alınarak 424 sayılı ve
16.5.1996 tarihli kararla yeniden düzenlenmiş şekli olup, Cumhurbaşkanı
seçimine ilişkin 121. maddesi de 1996’da eklenen yeni maddelerden biridir.
Bu durumda, daha önceki
Cumhurbaşkanı seçimlerinin, 2000 yılında yapılan 10. Cumhurbaşkanı seçimi
hariç, ya tamamen farklı Anayasa hükümlerine veya farklı içtüzük
hükümlerine göre yapıldığı görülmektedir. Her hukuki sorun, kendi meydana
geldiği zaman yürürlükte olan hukuk kurallarına tabidir. Öte yandan,
hukukta bir hakkın kullanılmamış olmasının, o hakkın mevcut olmadığı
anlamına gelmeyeceği açıktır. Geçmişte yapılan seçimlerde iptal davası açma
hakkı bulunanların seçim konusunu Anayasa Mahkemesine getirmiş olmaları
halinde ne yolda karar verileceği bilinemeyeceğine göre, farklı hukuki
kurallara tabi olan geçmiş uygulamaları varsayıma dayalı olarak
değerlendirmeye almak, hukuken olanaklı değildir.
Mayıs 2007’deki Cumhurbaşkanlığı
seçimi ile aynı Anayasa ve aynı içtüzüğün geçerli olduğu tek emsal olan 10.
Cumhurbaşkanının seçiminde ise mazereti olanlar dışında tüm
milletvekillerinin toplantıya katıldığı, Genel Kurulda üçte ikiden fazla
çoğunluğun hazır bulunduğu, toplantı ve karar yeter sayısı ile ilgili
herhangi bir sorun olmadığı tartışmasızdır. O günkü seçime başlanırken
Genel Kurulda üçte ikilik çoğunluğun bulunduğuna dair yoklama yapılmamış
olmasının İçtüzükten bir sapma olabileceğinin ileri sürülmesi halinde dahi,
oylama sonucunda üçte ikilik çoğunluğun toplantıda hazır bulunduğu teyit
edildiğinden, eylemli İçtüzük değişikliğinin oluştuğunu iddia etmek mümkün
değildir.
Bu nedenlerle Anayasa Mahkemesinin
11. Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda açılan iptal davasında toplantı yeter
sayısı bakımından gözeteceği bir emsal bulunmadığı gibi, 10.
Cumhurbaşkanının seçimindeki uygulamayla yapılacak bir kıyas, bu kez
eylemli İçtüzük değişikliği yapıldığını doğrulamaktadır.
2. Cumhurbaşkanı seçiminin
uzlaşmaya dayanması yönünden:
Anayasanın 102. maddesinin, belli
bir sürecin sonunda, Meclisin salt çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçilmesine
olanak tanıdığı, ancak seçim sürecinin ilk iki turunun 367 milletvekilinin
toplantıya katılımının sağlanamaması halinde bu sürecin başlatılamayacağı
gerçeği karşısında, Anayasa koyucunun amacının daha ayrıntılı bir şekilde
irdelenmesi gerekmektedir.
a) Cumhurbaşkanı seçiminin olağan
bir yasama işlemi olmayışı:
Anayasanın başlangıç bölümünde
Anayasadan, “Türk vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk
Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa…” ifadeleriyle
bahsedilmektedir. Yine başlangıç bölümünde, “Topluca Türk vatandaşlarının
milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa
karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü
tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı,
karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “Yurtta sulh, cihanda
sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu”
belirtilmektedir.
Anayasanın 1. maddesine göre,
Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
Anayasanın 2. maddesine göre,
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal
bir hukuk Devletidir”.
Anayasanın 104. maddesine göre
“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk
Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet
organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir”.
Anayasanın 117. maddesine göre
“Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından
ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur”.
Anayasanın 103. maddesine göre
Cumhurbaşkanı, görevine başlarken, aşağıdaki şekilde ant içer:
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin
varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü,
milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun
üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet
ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve
adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden
yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve
şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine
getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih
huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Bu yemin, Anayasanın 81. maddesine
göre milletvekillerinin ve dolayısıyla Bakanlar Kurulu üyelerinin ettikleri
yeminle benzer öğeleri içermekte ise de başlıca iki noktada milletvekili
yemininden farklılık arz etmektedir: Birincisi, tarafsızlık için ant
içilmesi; ikincisi de andın tarih huzurunda gerçekleştirilmesidir.
Gerçekten de, görev süresi 7 yıl olan ve siyasi sorumluluk taşımayan
Cumhurbaşkanı, bu süre içinde Anayasanın 104. maddesinin kendisine verdiği
görev ve yetkilere dayanarak, yasama, yürütme ve yargı ile ilgili olarak
yapacağı tasarruflarla, kendi görev süresinin sona ermesinden sonra gelen
uzun yıllar boyunca geçerli kalacak tasarruflar yapabilecektir. Bir
parlamento döneminin son yılında seçilen bir Cumhurbaşkanı, hem kendisini seçen
parlamento, hem onu takip eden 5 yılda görev yapacak müteakip parlamento,
hem de kendisinin 6. veya 7. görev yılına tekabül eden daha sonraki
parlamento ile birlikte çalışacaktır. Cumhurbaşkanının sorumsuz olduğu tek
başına tasarrufların, örneğin yaptığı seçimlerin, yasama ve yürütme
işlemlerinde olduğu gibi daha sonra göreve gelenlerce değiştirilmesi de
olanaksızdır.
Anayasanın 7. maddesine göre
yasama yetkisi, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu
yetki devredilemez.
Anayasanın 87. maddesine göre
genel ve özel af ilanına Meclis üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu ile
karar verilebilir. Buna karşın, Anayasanın 104. maddesi gereğince
Cumhurbaşkanı, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli
kişilerin cezalarını hafifletebilmekte veya kaldırabilmektedir. TBMM’ce af
çıkarılması nitelikli çoğunlukla yapılabilecek bir yasama işlemi olduğu ve
yasama yetkisi 7. madde gereğince devredilemeyeceği halde Cumhurbaşkanına
özel af niteliğinde bir yetkinin yine Anayasa ile verilmiş olması, Anayasa
Koyucunun devlet sistemi içinde Cumhurbaşkanına tanıdığı özel konumun açık
bir göstergesidir.
Bu
bahiste şunu da kaydetmekte yarar vardır ki, Cumhurbaşkanı seçilme
nitelikleri olarak Anayasanın 101. maddesinde belirtilen yüksek öğrenim
yapmış ve milletvekili seçilmiş olmak veya milletvekili seçilme
yeterliliğine sahip olmak, aday olmanın biçimsel şartıdır. Bir göreve
seçilmek için gerekli niteliklerin, o görevin tüm yetki ve sorumluluklarını
yerine getirebilmek için gerekli özellikleri de kapsadığı açıktır. Bu
nedenle cumhurbaşkanı, Anayasanın 101. maddesindeki biçimsel adaylık
şartlarına ilave olarak, 103. maddedeki andın icabını ve 104.maddedeki
görev ve yetkilerin tarafsızlıkla kullanılmasını sağlayacak niteliklere
sahip bir şahsiyet olacaktır. Cumhurbaşkanının Anayasada sayılan tüm görev
ve yetkilerine birlikte bakıldığında, durum açıkça görülebilmektedir.
Bütün bu nedenlerledir ki,
Anayasa, Cumhurbaşkanının seçiminde üçte iki çoğunluk bulunmasını gerekli
görmüştür. Cumhurbaşkanlığı seçiminin, Parlamentoda iktidar partisinin
siyasi programı doğrultusunda yapacağı herhangi bir yasama faaliyeti gibi
siyasi parti çoğunluğu adına değil, Türk Milleti adına uzlaşı anlayışıyla
ve nitelikli çoğunlukla yapılacak bir seçim işlemi olduğu kuşkusuzdur.
Cumhurbaşkanı seçiminin gizli oyla yapılması, bunun parti programları ve
önceliklerinin üzerinde, diğer yasama işlemlerinden farklı niteliğinin en
açık kanıtıdır.
Bu tespitleri takiben, Anayasanın
salt çoğunlukla da Cumhurbaşkanı seçilmesine neden ve hangi anlayışla cevaz
verdiğini açıklamak gerekmektedir.
Anayasa, birincisi
Cumhurbaşkanının seçilmesi; ikincisi de seçilememesi hali olmak üzere iki
durumu öngörmüş ve bunlara ilişkin düzenlemeler yapmıştır. Seçilme halinde,
Cumhurbaşkanı 103. maddeye göre yemin ederek göreve başlayacak ve 104.
maddedeki yetkilerle, Anayasada belirtilen diğer yetkileri kullanarak
görevini 7 yıl süreyle yerine getirecektir. Seçilememe halinde, 102.
maddenin üçüncü fıkrasına göre derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi
seçimleri yenilenecektir. Diğer bir anlatımla, Anayasa, parlamentoda temsil
edilen millet iradesinin Cumhurbaşkanı seçme yönünde olduğu kadar, seçmeme
yönünde de tecelli edebileceğini kabul etmiştir.
Anayasanın 102. maddesinin birinci
fıkrasında açık ve kesin bir dille, Cumhurbaşkanının üçte iki çoğunlukla
seçileceği belirtilmiştir. Ancak Anayasa koyucu, Cumhurbaşkanının
seçilememesi halinde derhal genel seçimlere gidilmesinin ülke için bir
maliyeti olabileceğini de göz önüne alarak, parlamentonun nitelikli
çoğunluğunun seçimlere başlamak yönünde iradesini göstermiş olması halinde,
yani birinci ve ikinci oylamalara ilişkin toplantılarda üçte iki çoğunluğun
hazır bulunmuş olması koşuluyla, bir aday üzerinde karar kılınmasını
kolaylaştırıcı yönde, iki aşamalı bir düzenleme daha getirmiştir.
Anayasanın 102. maddesinin üçüncü fıkrasındaki ifadelerden, amacın,
özellikle ikiden fazla adayın yer aldığı bir seçim sürecinin sonuçlanmasını
kolaylaştırmak olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Kuşkusuz, ilk iki turda tek
aday bulunması veya ilk iki oylamayı takiben aday sayısının teke inmesi
halinde dahi, seçime başlama iradesi toplantı yeter sayısı olan üçte ikilik
çoğunluğun sağlanması suretiyle ortaya konmak koşuluyla, bu kolaylaştırıcı
düzenleme geçerli olacaktır.
Sonuç olarak, parlamento üye
tamsayısının üçte ikilik çoğunluğu Cumhurbaşkanı seçimini yapmak yönünde
irade ortaya koymuş yani ilk iki oylamada, üçte ikilik toplantı yeter
sayısı sağlanmış ise dört turlu oylama sistemi işlerlik kazanacak, aksi
halde ise parlamentoda temsil edilen Millet iradesinin Cumhurbaşkanı
seçimini yapmak yerine genel seçime gitmek yönünde tecelli ettiğini kabul
etmek gerekecektir. Bu nedenlerle, ilk iki turun gerekli toplantı yeter
sayısı sağlanmadan yapılmış sayılması ve doğrudan üçüncü tura geçilerek,
seçimin salt çoğunlukla sonuçlandırılması olanaklı değildir.
Anayasanın yukarıdaki
düzenlemelerinden ve sistematiğinden hareketle, 102. madde gereğince
başlanacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde toplantı yeter sayısının üçte iki
olduğu, bu çoğunluğun 184 olarak uygulanması sonucunu doğuran eylemli
İçtüzük değişikliğinin iptali gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder