Hukuk Felsefesi 2013-2014 Öğretim Yılı (Güz)
DERS NOTLARI (6)
Doç. Dr. Sevtap Metin
Yard. Doç. Dr. Ülker Yükselbaba
Immanuel Kant (1724-1804)
On sekizinci yüzyıl Aydınlanma düşünürüdür. Bireyi,
insan
aklını merkeze alan ve insan aklını her şeyin başı sayan anlayışı vardır.
Kant’ın ahlak teorisi (Aristo’nun erdem etiği ve faydacı ahlak anlayışı ile beraber) günümüze kadar gelen ahlak anlayışlarındandır.
Kant Epistemolojisi
Neyi, nasıl, ne kadar bilebiliriz sorularını tartışmıştır.
Bilginin kaynağı olarak salt aklı ya da salt deneyi yetersiz bulur Kant. O nedenle akılcıların ve deneycilerin sentezi ile yeni bir bilgi kuramı ortaya koyar: eleştirel akılcılık. Buna göre bilgi hem akıl hem de deney ile elde edilebilir. Akılcılara göre (Platon’dan beri) bilginin kaynağı salt akıldıryani bilgiler insan aklında önceden mevcuttur. İnsan aklı (matematik ve geometride olduğu gibi) soyutlama ile ortaya çıkar. Bunların bilgi anlayışı a priori yani deney öncesidir. Deneyciler ise insan aklında
doğuştan hiçbir
bilginin olmadığını ve salt deneyle bilgiye ulaşılabileceğini savunur.
Kant, epistemolojide eleştirel akılcılığa varmadan önce rasyonalistti.
Ancak kendi tabiriyle onu dogmatik uykudan uyandıran David Hume olmuştur.
Hume, her türlü bilginin deneyden geldiğini söyler, hatta tümevarım
yöntemi Hume’a atfedilir. Hume bu ampirizmine (deneyciliğine) karşın, tümevarımın ve deneyciliğin
eksikliğini de ortaya koyabilmiştir: Her türlü bilginin kaynağı deney ve gözlemlerdir ancak deney ile elde edilen bilgiler her halükarda eksik bir tümevarımın sonucudur. Hume’a göre deney, zorunlu ve eksiksiz
bilgiyi veremez, çünkü tümevarımda deneyin konusu olan objenin, dünyanın her yerinde ve çok sayıdaki bu objelerin tümünü deneyimlememiz mümkün
değildir. Tümevarım hep eksik kalmak
zorundadır. Biz, sınırlı
sayıda deney ve gözlemden, deney ve gözleme tabi tutmadığımız olguları da kapsayan genellemelere varıyoruz. Oysa bu genelleme zorunlu ve eksiksiz olamayacaktır. Örneğin “demir metali (x) derecede erir” önermesi dünyadaki tüm demir metaller üzerinde denenmeden ortaya konmuş ve bu nedenle
eksiktir.
Hume’a göre evrende her şey belli bir determinizmle, nedensellikle işler düşüncesi yanlıştır. Çünkü Hume’a göre nedensellik insan psikolojisinden doğan bir şeydir. A olayının ardından B olayının geldiğini
tekrar tekrar gördükçe biz bu gidişata alışırız, ancak bu ardışıklığın zorunlu olduğu anlamına gelmez. Biz A’nın ardından B’nin gelmesine alıştığımız için psikolojik oalrak bunlar arasında bir nedensellik varmış gibi gelir. Oysa bu da bir eksik tümevarım, psikolojik halden dolayı düşünülen bir nedensellik
olarak şüphelidir. Böylece
Hume’un şüpheci olduğu da ortaya çıkmaktadır.
Not: Nedensellikle ilgili Hume’un bu düşünceleri aynen ve ondan daha önce Gazali
tarafından ortaya konmuştur. Ona göre, neden ve sonucu yan yana görmek
bizde bir alışkanlık doğurur, hiç kimse neden ile sonuç arasındaki nedensellik bağını
gözlemleyemez. Hume’un düşüncesi de aynen
budur.
Kant’a göre insanda bilgi edinme süreci tıpkı deneycilerde olduğu gibi, duyu
verileri ile başlamaktadır. Deney ve gözlemden, duyu verilerinden
gelmeyen
bilgi yoktur. Ancak bilgi sadece bu deneyimlerden gelmez. Bilgi edinme süreci deney ve duyu verileriyle başlar, ancak bununla
bitmez. Burada Kant kurucudur.
Kant’ın Hume’dan ayrıldığı nokta ise deney ile elde edilen veriler, akılda önceden mevcut (a priori) ve deneye ihtiyaç duymayan formlar vardır: Kategori ve normlar. Kant, akılcılardan, bilginin önceden zihinde var olup sonradan anımsandığı görüşünün aksini savunarak ayrılır. Bu durumda, duyu verilerini işleyen, düzenleyen, sınıflandıran formlar olmasaydı duyu verileri bilgiye dönüşmezdi. Ayrıca duyu verileri bilginin
ham maddesi olarak mevcuttur.
Her ikisi
de
(duyu verileri ve zihindeki formlar) bilginin imkanlı olması bakımından kesinlikle bir arada olmalıdır.
Bu formlar yer, zaman, nedenselliktir. Bunlar içinde de dörtlü ayrı formlar vardır. Toplamda on iki form bulunur.
Temelde ise bu üç (yer, zaman, nedensellik) form
bulunur.
Örnek: Bir trafik kazasının aydınlanması için;
-
Kazanın nerede olduğu
-
Kazanın ne zaman olduğu
-
Kazanın neden olduğu
bilinmelidir. Bu üç veri olmadan hiçbir
şey anlaşılamayacaktır. Kaza hiçbir yerde, hiçbir zaman, herhangi bir neden olmaksızın gerçekleşti
demek, saçmalamaktır, bir anlamı yoktur.
Kant’ın Hume’un nedenselliğinden farkı; Hume nedenselliğin psikolojik çağrışımlara dayanan bir alışkanlık
olduğunu söylerken, Kant’ta nedensellik
bir alışkanlık veya psikolojik bir unsur değil, insan
aklında önceden mevcut bir veridir. Hume ile ortak noktası da buradan okunabilir. Kant’ta da Hume’da da nedensellik
doğada gözlemlenebilen bir şey değildir. Hume’da alışkanlık, Kant’ta ise a priori veridir.
Kant’ta bilgi, duyu verilerinin akılda çekmeceler halinde bulunan
formlara girmesiyle ortaya konur.
Kant’a göre, bilgi ancak bu formlar ile sınırlıdır. Yani dış dünyadaki olgular, veriler, aklımızdaki kategoriler öyle emrettiği için ve bu kategorilerle sınırlı olarak
bilebiliriz. Bu şu demektir; aklımızın sınırları dışında kalan kısımları bilemeyiz. Yani
bana
görünenin ve görünenin aklıma girip bilgi sürecinin tamamlandığı formların bize söylediğinin dışında
bilgi mümkün değildir. Bu halde, varlığın duyulan kısmı ve aklımızdaki formların dışında
kalan şeyi, varlığın aslını, kendisini
asla bilemeyiz. Deneyimin ve aklın programladığı biçimde
ve bu biçimle sınırlı
olarak bilgi sahibiyiz; şeylerin aslı ise bu sınırların dışında
kaldığı için bilinemez. Bu bilme yetisinin sınırları, Kant’ta bilimin de sınırlarını gösterir. Bu sınırların ötesi metafiziktir
ve bilim bu metafiziği bilemez. Teorik akıl bu sınırlarla sınırlandırılmıştır.
Not: Birinci derste hoca fenomen ve numenden bilinçli
olarak bahsetmediğini,
bundan pratik akılda bahsedeceğini bildirdi.
Kant’ın Ahlak Felsefesi
Kant’ın aydınlanmacı ve modernleşmeci bir birey anlayışının
olduğunu en iyi gösteren alan ahlak alanı, pratik akıldır.
Kant’ta ahlak yasaları da bireyin aklından çıkmaktadır. Bu anlamda Kant ahlak felsefesinde bireyci ve rasyonalisttir. Kant’a göre ahlak yasaları, yere, zamana göre değişmeyen, aklın ortaklığında evrensellikleri olduğundan ahlak yasaları evrensel ve mutlaktır. Yani Kant’a göre ahlak yasaları her durumda her birey için geçerlidir.
Herhangi bir koşula bağlı değildir, koşulsuzdur.
Not: Diğer bir ahlak anlayışı
Epikür’den beri gelen ve Anglo-Sakson dünyasında
hakim olan yararcı ahlak anlayışıdır.
-
Yararcı ahlak; sonuçsalcıdır. Ampiristtir (deneyci – a posteriori).
-
Kant’ın ahlakı; sonuçsalcı değildir. Rasyonalist’dir (akılcı – a priori).
İki ahlak anlayışı arasındaki temel farklar bunlardır.
Yararcı ahlakta ahlak yasaları tecrübidir. Yani deneyimlenen pratikler, akılda önceden mevcut olmayan pratikler, ahlak yasalarını oluşturur. Kant’ta ise ahlak yasaları tıpkı epistemolojide
olduğu gibi akıldan gelir. Kant, ahlak alanında epistemolojide olduğundan farklı
olarak tam bir rasyonalisttir. Ahlak yasasının oluşumunda deneye, bilgi kuramının aksine yer yoktur. Katı ve tamamen bir rasyonalizm söz konusudur.
Kant, duyular evreninde (fenomenler) insanın
doğanın bir parçası olarak yer aldığını ve doğanın yasalarına tabi, belirlenmiş ve determine olmuş olduğunu söyler. Örneğin, doğanın bir parçası olarak insan acıkır
ve bu nedenle yemek yer.
Oysa ahlak alanında
Kant, belirlenmişliklerden, “olan”dan sıyrılıp, “olması gereken”e yönelebilen, ahlaki bir varlıktır.
Burana olan-olması gereken düalizmi vardır. Kant’ta teorik akıl “olan” ile ilgiliyken pratik akıl “olması gereken” ile ilintilidir.
-
Teorik akıl => Bilginin olanağı, doğayı nasıl anlarız, neyi bilebiliriz.
-
Pratik akıl => Aklın eylemleri yöneten kısmıdır. Pratik akıl; ahlaki, yani pratik davranışları yönlendirir.
Görüngüler (fenomenler) evrenini teorik aklımızın sınırlarında bilebiliriz, metafizik yoktur
burada; burası bilimin
alanıdır. “Olan”ı bu teorik akıl ile biliriz. Teorik akıl insanın
belirlenmiş kısmıdır. Oysa pratik akıl, insanın
belirlenmemiş, özgür, otonom
bir varlık olarak yer aldığı kısımdır.
Bu bakımdan Kant, Platon’a benzer. Platon
dünyaları idealar ve nesneler diye ikiye ayırırken Kant, aklı görüngülere has teorik akıl ve numenlere özgü pratik akıl olarak ikiye ayırır. Pratik
akıl
“olması gereken”i söyler.
Kant sonuçsalcı değildir, dedik. Sonuçsalcı ahlaka göre, insan eylemlerini yönlendiren ilke, Epikür’den beri haz ve acıdır. Yani bir eylem hazzı artırıyor acıyı azaltıyorsa sonuç
olarak ahlaki bir eylemdir ve eylemin ahlakiliği akıldan değil sonuçtan hareketle ortaya çıkar. Aydınlanma hazcılığı ise bireyin yanı sıra toplumun da işe katıldığı döneme tekabül eder. Yani en fazla sayıda insanın
hazzını artırıp acısını azaltacak eylem ahlakidir,
bu genel yarar ilkesidir. Kant’a göre ise sonuç ne olursa
olsun ahlaki eylemin iyiliği ya da kötülüğü
ta baştan, akıldan bellidir. Sonuç önemli değildir.
Kant’ın ahlak anlayışını anlatan temel kavram “ödev etiği”dir. Ödev etiği, sonuçlara
göre değerlendirilmeyen bir alandır. Çünkü
sonuçsalcı yaklaşımda ahlaki
davranış dış dünyada yaratacağı sonuca bağımlı ve insan da bu yüzden otonom değilken, Kant etiği insanın pratik olarak tam olarak rasyonel bir varlık olduğu temelinden hareketle özgürlüğü önemsenir.
Kant’a göre, bize bağlı olmayıp bizi bağlayan sonuçlar ne olursa olsun,
bizim niyetimizin iyi olması önemlidir. Biz iyi niyetle hareket ettiğimizde, sonuç ne olursa olsun, ahlaklı davranmış oluruz. Bu niyet, dışarıdan gelen baskılar ile belirlenmiş olmayan, yani
insanın otonom varlığından gelir. Dışarıdan gelen baskılar; toplumsal baskılar, yaptırım korkusu gibi baskılar (yasal yaptırım, dini-manevi yaptırım gibi) nedeniyle hareket etmek Kant’a göre niyet ahlaken iyi değildir, çünkü otonomi bozulur, eyleminiz dışarıdan gelen bir güçle belirlenmiş olur ve özgürlüğe halel gelir. Yani, eylemimizin niyeti dışarından belirlenmişse, niyet ahlaken iyi değildir.
Ödev etiği, insanın
rasyonel olmasını, otonom ve iyi irade sahibi olmasını, ahlak yasalarını, ahlaki yükümlülüklerini kendi koymasını ister.
Peki, eğer her insan kendi ahlak yasasını kendi koyuyorsa, burada sofistler gibi ne kadar varsa o kadar ahlak vardır mı demiş oluyor? Kesinlikle hayır. Kant’ta bu anlamda sofizm yoktur. Her insan kendi ahlaki yasasını, niyetini kendisi koyar; ancak Kant’ın ödev etiğinde
ahlaki ödevin ne olduğu belirlenirken, “ödev olarak yapmam gerektiğini düşündüğüm, niyetlendiğim şey aynı
durumda aynı koşullarda bulunan her insanın da davranacağı evrensellikte olmalıdır.”
Kant’ın ödev etiğinde maksim (ilke): “öyle eyle ki, davranışın aynı durumda bulunan
herkes için evrensel bir yasa olabilsin.”
düsturudur.
İşte bireycilik ve evrensellik bu maksimle
örtüşür. Yani o durumda
nasıl davranacağımızı biz belirleriz; ancak davranışımız
bizi aşar ve herkesin bu durumda evrensel olarak o şekilde davranması gerektiği düşüncesine varır. İşte ödev etiğinin maksimi budur.
Somutlaştırırsak; bazen yalan söylemek iyi bir şey olabilir.
Bu düşünceyle yalan söylediğimde herkesin aynı biçimde
yalan söylemesini bekleyemem. Bu evrenselleştirilemez. Çünkü yalan söylemek, gerekçesi ne olursa olsun, genel bir
kural olarak varsayılamayacaktır. Birey ve evrensellik meselesi böylece aşılmış olur.
Ancak Kant’ın ödev etiğinin katıksız olarak yarara yönelmediği söylenemez. Çünkü örneğin herkesin yalan söylediği bir toplumda yaşanamaz önermesi, bir arada yaşayabilmek için yalan söylememeliyiz gibi sonuçsalcı bir yaklaşıma konu olabilir.
Ayrıca ödev ahlakında
duyguya da yer yoktur. Yani edimi, edimin
yöneldiği kişiye yönelik olumlu ya da olumsuz hislerimizden ötürü yapıyorsak bu ahlaki değildir. Örneğin; bir hastayı ziyaret etmek, ona yaranmak için yapıldığında ne kadar ahlaksızca ise, onu sevdiğim için ancak herhangi bir ödev duygusu olmaksızın
yapıldığında da o denli ahlaksızcadır.
Kant etiğinin bir diğer maksimi (ilkesi): “Hiç kimse bir amaca ulaşmak için başka bir
insana araç olarak bakamaz. Bizatihi insanın kendisi
bir
amaçtır.
İnsan onuru her şeyden önce gelir” düsturudur.
Örneğin; zengin bir teyzemiz var. Ben ve kuzenim onun tek mirasçılarıyız. Kuzenim çok müsrif. Teyzenin müsrif kuzenime bir zaafı var. Bu arada teyzemle hep ben ilgilenirken kuzen hiç ilgilenmiyor. Teyze, bir ziyaretimizde, mirası eşit paylaşacağımızı, kasadaki değerli mücevherleri de kuzene vereceğimi söylüyor. Ben de tamam deyip söz veriyorum. Ancak kuzen çok müsrif
olduğu için ben mücevheri ona vermeyip çocuk esirgeme kurumuna bağışlıyorum. Bu örnekte, Kant’ın ahlak anlayışına göre bu ödev ahlakına
aykırıdır. Çünkü ahlaki olan,
teyzeye verilen sözün tutulmasıdır. Bu husus, verilen sözün verilen sözün evrenselleştirilemeyeceği noktasında ahlakiliği engeller. Oysa bu davranış sonuçsalcı etiğe göre uygundur. Bir kişinin menfaati, hem de olaydaki gibi müsrif bir kişinin
menfaati yerine toplumun çoğunun menfaati gözetildiğinden ahlakidir.
Kant bilgi felsefesinde bilginin kaynağını akıl ve deneyin sentezlenmesinden bahsetmiş,
uzlaşmacı bir epistemolojik anlayışa sahiptir.
Duyu verileri akıldan gelen bilgi formlarının içinde bilgiye dönüşür.
Akılda a priori bilgi yoktur,
akılda olan formlar ve
kategorilerdir.
Kant’ın ahlak felsefesi kuramı tıpkı Aristoteles’in erdem etiği gibi bugüne kadar gelebilmiş
bir ahlak kuramıdır.
Kant’ın ahlak anlayışı, en iyi biçimde yararcı ahlak anlayışı ile kıyaslanarak
anlaşılabilir. Yararcı ahlak anlayışında eylemin, sonuçları itibariyle değerlendirilmesi söz konusudur.
Kant bilgi alanında metafizikten tamamen kaçarken, ahlak alanında tam bir rasyonalisttir; akılda her türlü veriden önce gelene bir ahlaki bilgi var, ahlaki ilke var. İnsanı insan yapan işte bu ahlaki donanımdır,
önceden mevcut ilkeler ve yasalardır ki
bunlar
sonradan edinilemez.
Kant’a göre ahlaki edim somut
olayda bireyci bir ahlak anlayışı içinde
ödev bilinciyle ve insanın özgürlüğü çerçevesinde gerçekleşir. Birinci ilke: “Öyle davran
ki iradenle (akla uygun iradenle) yapacağın eyle, evrensel bir yasa olabilsin”. Yani
Birinci ilkeye göre somut durumda, iradi eylemimiz evrensel olarak uygulanabilirse
ahlaki olur.
İkinci ilke: “İnsan aklın ve ahlaki ilkelerinin sahibi olan, onur sahibi bir insandır. Edimin öznesi de dahil, tüm insanlar hiçbir amaç için araç olamaz; çünkü insan ahlaki ayrıcalığı olan özel, özgür bir varlıktır”.
Örneğin; Böbrek hastası bir kız çocuğu var. Kadavralardan alınacak böbrekle
uymuyor. Annenin böbreği uymuyor; babanın böbreği ise
uygun.
Organ naklinde başarılı olma olasılığı da %100 değil.
Baba kızına böbreğini vermek istemiyor. Doktordan rica ederek, özellikle eşine ve kimseye böbreğinin uyduğunu ancak böbreğini vermek istemeyişini açıklamamasını istiyor. Burada Kant’ın ödev etiği bağlamında
şu sorular sorulabilir:
Soru 1: Kant etiği açısından, doktorun, babanın ricasına uyup böbreğin
uyduğunu ve babanın böbreğini vermek istemediğini saklaması, bu konuda aileye yalan söylemesi ahlaki midir?
Cevap 1: Kant etiği duruma bağlı istisnaları kabul etmeyen, mutlakçıdır. Bu örnekle, bu durumda doktorun yalan söylemesi, “bazı durumlarda yalan söylemektedir” biçiminde bir sonuca gider ve
mutlakçı yaklaşma uymazı Kant bakımından
doktorun gerçeği açıklaması,
kesinlikle, ahlaki değildir!
Soru 2: Aynı soru sonuçsalcı ahlak anlayışı bakımından nasıl algılanır?
Cevap 2: Doktorun aileden gizlemesi, aile saadetinin bozulmasına sebep olacağı için, sonuç bakımından ahlakidir.
Soru 3: Peki babanın böbreğini kızına bağışlamaması Kant etiği bakımından ahlaki bir ödeve uymama anlamına gelir mi? Başka deyişe, Kant etiğinde böbrek bağışlamak ahlaki ödev midir?
Cevap 3: Kant etiği açısından, baba böbreğini vererek kendini araçsallaştırmış
olur. O nedenle babanın davranışı Kant ahlakına aykırı değildir.
Soru 4: Peki, bu husus yeni yani böbreği vermek ya da vermemek evrensel bir yasa haline gelebilir
mi? Başka deyişle, Kant’a göre ahlaki ödev evrenselleştirilip herkese yüklenebilir olmalıdır. Böbreği vermek yönündeki ahlaki yükümlülük herkese yüklenebilir mi? Evrenselleştirilebilir mi? Yani herkes böbreğini vermek zorunda mıdır?
Cevap 4: Sevtap Metin’e göre, bu konu tartışmalara açıktır.
Ancak insanın araçsallaştırılması hali burada ön plana çıkacağı için Kant etiğine uygun yanıtın, böbrek verme ödevi her insan evrensel, yani herkese yüklenebilecek bir ödev olmadığı biçiminde olacağı söylenmelidir.
Yeni Kantçılık Kant’ın özellikle insanın amaç-araç oluşu bakımından yeniden değerlendirilmesi gerektiği örneğin her eylemde aslında
insanın bir yandan amaç bir yandan araç oluşu söz konusudur. Dolayısıyla, Kant’ın
araç ve amaçtan bahsederken güttüğü kaygıdan yorumlanmamalıdır;
katı olunmamalıdır. Yeni- Kantçıların araç- amaç konusundaki yorumu, bir insanın
diğerinin otonomisini, seçeneklerini, iradesini elinden almamasını, onu sömürmemesini,
onun özgürlüğünü
ortadan kaldırmamak yönünde Kantın anlaşılması
gerektiğini savunurlar. Yani
Yeni-Kantçılar Kant’ın katı bir biçimde
anlattığı ahlaki
sorunu daha geniş perspektiften bakarak çözmeye çalışmaktadır.
Örnek: Ötenazi
Soru: Ötenazi Kant etiğine göre bir ahlak yasası olabilir
mi? Evrenselleştirilebilir mi?
Cevap:
-
Burada doktor
araç olarak kullanılır.
-
Kant etiğinde duygusal saiklerle davranmak ahlaki değildir.
Acı ve ıstıraptan kurtulmak için yani kötü duygulardan korunma isteğiyle yapılan edim ahlaki ödev olamaz.
-
Ayrıca, bir insanın
ne şekilde olursa olsun, (ötenazi veya intihar) hayatının sona erdirilmesi,
Kant etiğine aykırıdır.
Kant etiğine eleştiriler
-
Duyulara yer vermeyişi eleştirilir.
-
İnsandan çok fazla şey talep edip onu sınırlandırdığı; insanın
her ediminde, evrensellik
çerçevesinde bir ahlaki muhasebeyi gerektirmesi bakımından çok talepkâr olması.
Kant’ın Hukuk ve Devlet Anlayışı
Çağının liberal devlet anlayışına
uygun bir devlet anlayışı vardır. Liberal bir devletten yana. Ancak Kant, liberal devlet anlayışı bakımından, Hobbes ve Locke arasında
bir yerde durur.
Kant da devletin
ortaya çıkışını, bir toplum sözleşmesi ile açıklıyor. Bu anlamda o da bir toplum sözleşmecisidir.
Devlet Kant’ta zorunlu olmayan yapay bir olgudur.
Kant’ın doğal durum tasviri tıpkı Hobbes gibi kötümserdir. Yani insanlar eşit
ve özgürdür, ancak sürekli
bir savaşım ve karmaşa vardır. İnsanlar bu savaşa son vermek için aralarında bir sözleşme yaparlar. Kant doğa durumunda Hobbes’a benzer.
Ancak devlet kurulduktan sonra, Hobbes’tan uzaklaşır.
Devlette yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerinden ayrı olduklarını savunmaktadır. Hatta yargıya, yasama ve yürütmenin müdahale etmemesi gerektiğini savunur; ancak yargı mensuplarının yürütme tarafından seçilmesi konusu tek istisnadır.
Kant, Hobbes’dan hak ve özgürlükler konusunda da uzaklaşır.
İnsan doğa durumundan sonra da, haklarına ve özgürlüklerine sahiptir; egemene, devlete hak ve özgürlüklerin devri söz konusu değildir.
Kant’ı liberal yapan özelliklerinden ikisi:
Kant’a göre en iyi yönetim biçimi
cumhuriyettir. Kant mülkiyet hakının
önemli bir hak lduğunu da savunur. Bu bakımlardan da Hobbes’dan ayrılır.
Ancak Hobbes’a benzediği bir başka nokta daha vardır: Halka aktif direnme hakkının
tanınmamasıdır. Kant Hobbes’ yaklaştığı yerlerde Locke’dan uzaklaşır.
Kant düzen yanlısı olup düzene vurgu yaptığı için asla bir aktif direnmeyi
varsaymaz. Kant’ın liberalizmden uzaklaştığı haldir bu.
Kant’ın Hukuk Düşüncesi
Kant, hukuk düşüncesi bakımından dualisttir. “Olan” ve “Olması gereken” hukuk yaklaşımı, tıpkı Platon’da olduğu gibi, Kant’ta da vardır.
Doğal hak ve özgürlükler, doğal hukuk, pozitif hukukun üstündedir ve pozitif hukuku yapanları bağlayan bir konumdadır. Pozitif hukuk doğal hukuka uygun olmak zorundadır. Ancak, pozitif hukuk, doğal hukuka uymadığında dahi aktif bir direnme yoktur.
Bu durumda sadece şikayetçi olmakla yetineceğiz; çünkü, aktif direnme, tıpkı Hobbes’ta olduğu doğal durumun karmaşasına yol açabileceği için, Kant’ın anlayışında
yer bulmaz. Düzen fikri Kant’da çok daha önemlidir.
Not: Aslında doğal hukukçuların Kant benzeri direnme hakkına yer vermeyişleri Sokrates’ten beri vardır. Bu doğal hukukun statükocu bir konum alışıyla
da ilgilidir.
Kant’ın hukuk ile ilgili ikinci önemli vurgusu hukuk ile ahlakı ayırmasıdır. Hukuk ve ahlakın
birbirinden nasıl ayrıldığını Kant en iyi biçimde gösterir.
Hukuk ile ahlak birbirinden etkilenseler de ayrıdırlar. Ahlak
otonomdur. İnsan ahlak alanında özgürdür. Kendi yasalarını (birinci ve ikinci ilkeler bakımından) kendisi koyar. Yani kurallar kişinin kendisinden gelir. Yani kuralı koyan bireydir.
Ahlaki olarak kendi koyduğumuz kurala uymadığımızda, sorumlu
olduğumuz makam yine kendimiz olmakta. Bu sorumluluk yaptırım
yine kendimizden gelir.
Hukuk heteronomdur. Hukuk yasasını koyan ile ona uygun davranma zorunda olan, ahlakın aksine, ayrı makamlardır. Kuralı bir dış güç, dış makam koyarken, kurala bu makamın dışında
yer alanlar uymalıdırlar.
İkinci olarak hukuka
aykırı davranıldığında sorumlu olunan
makam, yargılayan makam da dışarıdan gelir. Yaptırım da vicdan azabı değil, şiddet ve cebirdir.
Peki, Kant’a göre hukukun önemi nerden gelir?
-
Hukuk ile bir kimsenin özgürlüğü başkasının
özgürlüğü ile uzlaştırılır ve başkalarının
saldırılarına karşı bu özgürlükleri korumak.
-
Bu koruma ile kişinin
özgür bir varlık olarak otonomisi de korunur.
-
Ahlak alanı hukuk alanından çok daha fazla
yükümlülük doğurur ve Kant’a göre hukuk yasaları ahlaki ödevlerle, onların somutlaştırılması ile ilgilenmez. Hukuk ahlaka oranla çok daha dar bir alanı düzenler. Böylece Kant’a göre hukukun yaptığı düzenlemeler ahlaki yükümlülük doğmazken, hukuk ile ahlak kuralları da düzenlenemez. Örneğin; Kant intiharı ya da ötenaziyi ahlaken yanlış bulmaz ancak
hukukun bunu düzenlemesine karşı çıkmıştır. Bu salt ahlaki bir sorundur
ve hukuk bireyleri bu konuda
özgür bırakmalıdır.
-
Şu da söylenmelidir ki, hukuk
kurallarının ahlaki göndermeleri yok değildir. Örneğin; mahkeme önünde yalan söylemek hukuken ve ahlaken uygun değildir.
Ancak, hukuk bu ahlaki konuları çok sınırlı
ve belli bir çerçevede ele almaktadır. Yani, bir yasa koyucu bir konuyu hukuki
ödev haline getirmeyi ahlaki kaygılarla yapamaz; yapmamalıdır.
-
Kant’a göre, hukukun yaptırım gücünden korkarak yapılan edimler ahlaki değildir. Çünkü
saikimiz yaptırım sonucu belirlenmiş olur. Oysa hukuk, sınırlı
kimi konularda ondan korkarak ya da onu benimseyerek uymamızı önemser; bunun dışında ise hukuk saiklerimizle ilgilenmez. Hukuk ile ahlakın birleştiği en önemli nokta ise, ahlaki bir değer olan adaletin hukukun amaç olarak yöneldiği bir değer olmasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder