Hukuk Felsefesi Ders Notları - 8
Hukuk Felsefesi 2013-2014 Öğretim Yılı (Güz)
DERS NOTLARI (7)
Doç. Dr. Sevtap Metin
Yard. Doç. Dr. Ülker Yükselbaba
DERS NOTLARI (7)
Doç. Dr. Sevtap Metin
Yard. Doç. Dr. Ülker Yükselbaba
John Rawls (1921-2002)
Rawls, liberal Amerikan geleneği içinde siyaset ve hukuk felsefecisi olarak önem taşımaktadır.
Rawls’un derdi nedir?
1.
Liberal bir düzen içinde
çoğulcu bir toplumda insanlar
barış ve huzur içinde nasıl yaşayabilir? sorusu
onun derdidir Rawls’un. Çağımızın
liberal toplumunun ihtiyaçlarına cevap verme arzusu var.
2.
Adalet sorunuyla ilgili olarak, kaynakların, zenginliklerin toplumda nasıl dağıtılması gerektiğine dair bir derdi de var.
Rawls, günümüz liberal düzenin içinde kalmak kaydıyla, yapılacak kimi revizyonlar ile çoğulcu ve barış içinde
bir arada yaşamanın nasıl mümkün olacağını
ve toplumsal kaynaklarının nasıl dağıtılacağını düşünür. Ama koşul, liberalizmin sınırlarında
gerçekleştirmektir.
Rawls bu düşüncelerini bir toplum sözleşmesi ile tevrize etmiştir.
En önemli eseri A Theory of Justice’tir. Klasik toplum sözleşmecilerinden ayrıldığı noktalar da vardır. Yeniçağ toplum sözleşmecilerinden ayrıldığı nokta,
Yeniçağ toplum sözleşmecileri genellikle devletin ortaya çıkışının
nasıl’ını ve iyi bir yönetimin nasıl olması gerektiğini kuramlaştırmışlardır. Bu toplum sözleşmecileri Kant ile bitmiştir.
Rawls’un toplum sözleşmesinde amaç ise,
devletin nasıl ortaya çıktığı ve iyi bir yönetim değil; farklı kimliklerde ve tanımlarda olan insanların liberal ve çoğulcu bir biçimde
bir arada yaşamalarının ve adaletli bir dağılımın yapılmasına
dair ilkeler olmasıdır.
Rawls’un bir başka özelliği, Anglo-Amerikan sistemi
içinde olsa da, yarara dayalı olmayan bir devlet teorisi inşa etmek olmuştur. Yararcılık en fazla insanın en büyük mutluluğunu amaçlar. Oysa Rawls’a göre, bu yararcılık toplumun
azınlıkta kalan kesimlerinin çoğunluğun yararı için azınlığın araç edilebilmelerine yol açabilir. Bu itibarla Rawls Yeni Kantçıdır. Yani Kant’taki gibi insanların herhangi
bir biçimde araç olmamaları gerektiği düşüncesindedir.
23.12.2011
(Rawls
anlatılmaya devam ediyor)
Rawls Anglo-Amerikan düşüncesindeki
yararcılığı eleştirmektedir. Austin, egemenin koyduğu yasaların en fazla sayıda insanın en büyük mutluluğunu sağlamasına dayanmaktaydı. Oysa Rawls’a göre bu bakış açısı, azınlık gruplarının dışlanmasına
ve ayrımcılığa uğramasına
yol açmaktadır. Yararcılık, bireyin faydasını genel faydaya feda etmektedir. Oysa Rawls’a göre bu, asgari ahlaki ilkeler gözetilerek gerçekleştirilecek bir toplum
sözleşmesi fikri ile sağlanabilecektir.
Rawls’un toplum sözleşmesi, klasik toplum sözleşmelerinin aksine,
sadece liberal, bireyci, demokratik ve çoğulcu bir adalet teorisi oluşturmaktadır; devletin oluşumu ya da özelliklerini teorileştirmez.
Rawls’un toplum sözleşmesi, klasik toplum sözleşmeleriyle ortak yanlara da, elbette,
sahiptir.
Doğal yaşama dönemi: Toplum
sözleşmesi yapılmadan önceki durumdur. Rawls bu duruma
“orijinal durum” ya da “başlangıç durumu” demektedir. Peki, toplum sözleşmesi yapılmadan önceki bu başlangıç durumunda
insanların vaziyeti nedir?
Rawls’a göre başlangıç durumunda
bireyler eşit, özgür ve akılcıdır (yani hesap kitap yaparlar). Hobbes’un aksine, Rawls kötümser değildir. Başlangıç durumundaki kişilerin birçok bilgiye ulaşmalarını engelleyecek bir peçeleri vardır: Cehalet peçesi (veil of ignorance). Bu peçe sayesinde şu bilgileri bilmemiz engellenmiştir:
-
Bireylerin toplumsal konumları, statüleri ve rolleri
-
Bireylerin doğal yetenekleri
-
Belirli bir iyi kavramı
Yani bireyer kadın ya da erkek, yönetici ya ad yönetilen mi; zengin mi yoksul mu, siyah mı beyaz mı olduklarını; doğal yeteneklere sahip olup olmadıklarını; zeki ya da gerizekalı olup olmadıklarını; genç ya da yaşlı olduklarını bilmezler. Ayrıca hangi dine mensup olduklarını, hangi ahlaki değer ve ilkelere bağlı olunduğu da bilinmemektedir.
Rawls bu tahayyülle toplumdaki bireylerin birbirlerine göre nötr olmalarını sağlamak için başvurur. Yani, kişilerin yukarıda sayılan özellikleri, adalet ilkelerini saptarken ve toplum
sözleşmesini yaparken kendilerine avantajlı
ve pazarlığı eşit şartlarda yapmayı engelleyecek düşüncelere sahip
olmamasını sağlamaya yöneliktir.
İşte bu eşit ve nötr koşullar
altında, rasyonel bireyler bir takım adalet ilkelerini bulmaya çalışıp
bir toplum sözleşmesi gerçekleştireceklerdir.
Rawls bu durumda insanların adil bir toplumda geçerli olacak iki temel adalet ilkesini benimseyeceklerini düşünür.
İlkelerden ilki, eşitlik ilkesiyken ikincisi birinciye bağlı olarak toplumsal refahın, kaynakların dağıtımı ile ilgilidir.
Birinci ilke: Herkes, temel hak ve özgürlükler sisteminden eşit pay alacaktır.
Birinci ilke, refah ve kaynakların dağıtımı ile ilgili olan ikinci ilkeden hiyerarşik olarak üstündür. Yani ikinci ilke uğruna, toplam refahı, zenginlikleri arttırmak için dahi bireyin temel hak ve özgürlüklerinden fedakarlık yapmaları istenmeyecektir.
İkinci ilke ise, kaynakların dağıtımı ve dağıtıcı adalet ile ilgilidir. İki alt ilkeden oluşur.
İkinci ilkenin ilk alt ilkesi,
fırsat eşitliğidir. Kamusal, resmi göre ve pozisyonların herkese açık olması ve belirli bir elitin elinde, tekelinde olmamasıdır. Bu, görev ve pozisyonların, liyakat esasına göre, toplumdaki herkese açık olması demektir (Hoca
ekledi: Oysa
burada
bir
sorun
vardır.
Yani
liyakatin
kriter
alınması
önemlidir; ancak örneğin bir doktor olmak için gereken liyakati sağlayacak eğitimin
de eşit biçimde sağlanması
gerekir).
İkinci ilkenin ikinci alt ilkesi hiyerarşik olarak ilk alt ilkenin altında bulunur. Yani fırsat eşitliği ilkesi bu ikinci alt ilkeden önce gelmektedir.
Rawls, gelir ve refahın, tüm kaynakların toplumdaki herkese eşit biçimde dağıtılması gerekmediğini, rasyonel bireyin de bunu istemeyeceğini düşünmektedir. Ona göre adaletsizlik, katlanılamayacak ölçüdeki eşitsizliklerdir. Katlanılabilecek
eşitsizlikler ise adaletsizlik yaratmazlar. Rasyonel bireyle, katlanabilecek eşitsizliklere itiraz etmezler.
İşte ikinci alt ilke burada karşımıza çıkar.
İkinci ilke: Gelir ve refahın dağıtımında
ortaya çıkarılacak eşitsizliklere izin
verilir; meğer ki, bu eşitsizlik toplumdaki en dezavantajlı kesimin lehine olsun. Bu ilkeyi “en dezavantajlı kesimin lehine olma” olarak isimlendirebiliriz.
Bu ise kazan-kazan ilkesi ile mümkün olur. Toplumun en alt gelir seviyesindeki kimselerin elde ettikleri gelirin de artması koşuluyla, siz de gelirinizi arttırabilirsiniz. Örneğin, en başta bir bürokratın da yöneticinin de ve bir terzinin de beş birim geliri olduğunu düşünelim. Bürokratın gelirinin dokuz, yöneticinin gelirinin sekiz olması ancak terzinin
gelirinin de artması
ve en az altı olması ile
uygun ve katlanılabilir bir adaletsizlik olarak görülebilir ve bu aslında bir adaletsizlik
değildir.
Ronald Dworkin (1931 - 2013)
Dworkin, Rawls’un aksine, saf bir hukuk
felsefecisidir. O da bir sistem kurmuştur; ancak bu sistem hukuk alanına münhasır bir alt sistemdir. Genel bir sistem filozofu değildir.
Dworkin’in alameti farikası, yorum teorisidir. Ancak bu
derste bu konu anlatılmayacak.
Dworkin, dağıtıcı adalet üzerindeki düşüncelerini varsayımsal bir ıssız ada hikayesi üzerinden kurar. Bu hikayeye göre bir gemi kazası yaşanmıştır.
Bu kazadan
kurtulanlar zengin ve verimli olan ancak hiç kimsenin mülkiyetinde
olmayan bir adaya çıkarlar. Dworkin başlangıç durumunda, Rawls’un aksine, kaynakların dağıtımında bir eşitliği sağlamaya çalışır (Rawls’da ise daha öncelikli ilke dağıtım ilkesi değildi).
Kazazedeler adadaki tüm zenginliklerin bir dökümünü yapar ve para yerine kullanılmak
üzere her bir
kazazedeye yüz midye kabuğu verilir.
Rawls’un başlangıç durumunda insanlar
farklı yönleri itibariyle farklı iken Dworkin’de herkes zenginlik bakımından eşittir: Yüzer midye kabuğu.
Dworkin’e göre bireyler bu midye kabukları ile herkes kendi değerlerini, ihtiyaçlarını düşünerek, adanın sunduğu farklı zenginlikleri satın alacaklardır. Hiç kimse diğerinin değer ve ihtiyaçlarına karışmayacaktır. Her birey kendi yaşam planına sahiptir ve buna dayanarak ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar.
Adanın kaynakları satın alınırken,
-
Açık arttırma yapılır ve
-
Alıcılar, bir kıskançlık testine tabi tutulurlar.
Örneğin, (x) toprağını satın alan kişi bu toprakta tenis kortu kurup teniz oynamayı sevdiği için tenis oynuyor. (y) toprağını satın alan kişi tarımla uğraşmayı seviyor ve tarlasında bir şeyler yetiştiriyor. (z) toprağını alan kişiyse yetenkleri ve
mizacı doğrultusunda bir eğlence
tesisi kuruyor. Kişiler açık arttırma
ile bu toprakları aldıktan sonra kıskançlık testine tabi olurlar. Kıskançlık testi,
açık arttırma sonucunda tarlaları, adanın zenginliklerini satın alan için bir hayıflanma duyulmamasını ifade eder. Eğer tenis kortu sahibi bu tarlayı değil de şu ağacı alsaydım derse kıskançlık testinden geçemez ve eşitlik
sağlanamamış olur.
Böyle bir kıskançlık yoksa artık işler piyasa ekonomisine göre işler. Burada kişiler farklı tercihlerde bulunmuşlardır ve bu nedenle gelir dağılımında illa ki eşitsizlikler doğar.
Dworkin bu eşitsizliklerin sadece ve sadece kişilerin bireysel seçimlerinden doğması halinde toplumun bu ekonomik eşitsizlikleri kompanse etmek zorunda olmadığını düşünür.
Ancak, eğer eşitsizlikler kişilerin başlangıçtaki tercihlerinden bağımsız doğuyorsa, örneğin, tarlasında bir şeyler yetiştiren ve yetirmek için elinden geleni yapan kişi “doğal
şanssızlık”tan doğan bir
sebeple, örneğin tarlasına yıldırım düşmesi nedeniyle yani tamamen kendi dışındaki bir sebepten ötürü eşitsizliğe uğruyorsa, toplum bu eşitsizliği kompanse
etmelidir. Benzeri biçimde,
doğuştan gelen kimi özellikler (doğuştan engelli oluş, zeka geriliği vs) yine kişilerin doğa durumundaki tercihlerinden bağımsızdır. Bu eşitsizlikler de telafi edilmelidir.
Peki, ama bu telafi nasıl ve nereden karşılanacak?
Bu soruya yanıtı Dworkin serbest piyasa
ekonomisinin yanı sıra bir
de sigorta piyasası öngörerek aşmaya çalışır.
Sigorta piyasası, aslında, bildiğimiz vergi sistemidir.
Başlangıçta herkese yüzer midye kabuğu dağıtılmıştı. Dworkin’e göre herkes bu tür doğal şanssızlıklarla karşılaşabileceği için, bunu öngören insanlar başlangıçta belli bir oranda midye kabuğunu sigorta piyasasına vergi olarak verirler. Daha sonra da, örneğin her yıl, gelirlerinin belli bir oranını vergi olarak vermeye devam ederler. Böylece doğuştan
gelen ve doğal eşitsizlikler
ama sadece bunlar telafi edilecektir.
Peki, ekonomik eşitsizliklerin telafi edilmesinde Rawls’un dağıtım ilkesi ile Dworkin’in sigorta piyasası formülü arasında ne fark vardır?
Rawls’da en dezavantajlı grubun durumunda onların lehine olacak bir değişiklik yaratılması esastı. Yani gelir dağılımındaki eşitsizlikler her halükarda en dezavantajlının lehine olmalıydı. Örneğin, parasını tamamen kendi tercihleri yüzünden, borsada oynaması nedeniyle kaybeden kişinin
durumunun telafi edilmesi
imkanı Rawls’da mevcuttur.
Oysa Dworkin’de kişi en dezavantajlı
grupta da olsa, doğuştan gelen ya da doğal bir şanssızlıktan ileri gelmeyen, kişisel tercihlerden doğan bir eşitsizlik varsa bu kişinin
durumunun düzelmesi lehine herhangi bir düzenleme yapılması
amaç olmayacaktır.
Dworkin’e Eleştiriler
-
Herkese ta baştan
yüzer midye kabuğu verebilecek bir düzen var mı?
Dworkin’de mevcut düzen içinde bunun sağlanması mümkün değildir. Her şeye yeniden başlanmalı, kartlar yeniden
dağıtılmalıdır.
Bu
ise Dworkin’in devrimci olduğu anlamına
gelmez. Liberalizmi yeniden kuralım demektir bu.
-
Peki, başlangıçta birden fazla kişi
aynı zenginliği almak isterse ne olacak?
Dworkin’e göre bu durumda yaşam planları çerçevesinde ve bu plana uygun olarak o kaynağı en çok isteyen kişi o kaynağı açık arttırma yolu ile alır.
(Öğrencilere
dönemin son dersinin
de
bittiği
söylendi ve
başarılar dilendi.
Öğrenciler hocayı alkışlayarak buna
cevap verdi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder