Hukuk Felsefesi 2013-2014 Öğretim Yılı (Güz)
DERS NOTLARI (1)
Doç. Dr. Sevtap Metin
Yard. Doç. Dr. Ülker Yükselbaba
Felsefe üç bölümde ele alınır. Bölümler
ve sorunları şunlardır: Ontoloji:
Hukuk
nedir?
Epistemoloji:
Hukuksal bilginin imkânı
Aksiyoloji: Hukukun
yöneldiği bir değer olarak adalet.
ANTİK YUNAN
Batı felsefesinin temellerini Antik
Yunan’da bulmak mümkündür. Denir ki, hiçbir felsefi sorun yoktur ki, Antik Yunan’da tartışılmış olmasın.
Sofistler
Sofistlerin Özellikleri
Asıl katkıları / etkileri epistemoloji alanında olmuştur. Bilginin kişiden kişiye değişebilir ve öznel oluşu
en önemli düşünceleridir.
Protagoras: “İnsan her şeyin ölçüsüdür; var olanların varlıklarının da, var olmayanların var olmadıklarının da”. Bu söz ne kadar çok insan varsa o kadar çok da hakikatin
olduğunu, böylece, evrensel, nesnel ve genel geçer bir hakikatin
mümkün olmadığını ima ederek nihilizme temayüllüdür.
Buradaki insan tekil bir varlık olarak insandır. Yani genel geçer bir insanlık kurgusundan ziyade, birel varlıkları ile insanlar
bilgileri ile birden çok hakikati gösterirler.
Sokrates’e göre, sofistler “Bilgi tüccarlarıdır”. Sofistler, insanlara
diğer insanları nasıl etkileyeceklerini öğretmektedirler.
Bunun ekonomik ve siyasal
bir zemine dayandığı söylenmelidir.
Sofistlerin yaşadığı dönemde doğrudan demokrasi uygulamaları geçerliydi ve siyasi kararlar ile yargısal kararlar halk meclislerinde alınıyordu. Bundan dolayı insanların iktidar sahibi olabilmeleri, ancak
bu meclislerde diğer insanları ikna edebilmeleriyle mümkündü.
Sofistler de bu hitabet konusuna hakimdiler. Ekonomik
olarak ise, yeni gelişen tüccar sınıfın iktidar
da söz sahibi olmak gibi bir kaygısı vardı. Onlar da sofistlerden hitabet dersleri almaya ihtiyaç duyuyorlardı.
Bu ekonomik
ve siyasal konjonktür sofistleri ön plana çıkarıyor ve onların felsefi konumlarının zeminini hazırlıyordu. Yani, hakikat,
diğer insanları yönetebilmek
için ikna edici kimi düşüncelerden oluşuyordu ve bu düşünceler başka bir
hatibin ikna yeteneği sayesinde yerini başka bir hakikate bırakabilirdi. Sofistler, böylece, adil olanın, iyi olanın, hep iktidar sahiplerinin iradesine uygun gerçekleştiğini
ve yine bu bakımdan aslında bu değerlerin
/ kavramların iradi olarak ve nesnellikten, evrensel genel geçer oluştan bağımsız olarak varolduklarını ileri sürdüler. Hakikat, böylece, sofistlere göre,
yoktur! Bu, ne kadar insan varsa o kadar bilgi vardır ve genel geçer, evrensel bir bilgi mümkün değildir noktasına varmaktadır. Sofistler
bu anlamda kuşkuculardır.
Hiçbir şey var değildir, var olsa
bile bilinemez, bilinse
de aktarılamaz düşüncesi ile nihilizme varılır.
Böylece hakikati aramaya gerek kalmamaktadır; çünkü, hakikat değil, hakikatler
vardır. Bu hakikatleri belirleyen de fayda ölçüsüdür. Yani hakikat, bize yararlı olandır. Bize iktidardan pay almayı sağlayandır. Bunun dışında hakikati
aramanın bir anlamı ve gereği yoktur.
Sofistlerin düşünceleri sadece epistemoloji
ile sınırlı değildir. Örneğin, ahlaki, siyasal
ve
dini değerler de bireysel ve görelidir. Ne kadar
insan varsa o kadar ahlak vardır.
Bu durumun hukuk ve adalet alanında da yansımaları vardır. Sofistlere göre yasa, güçlünün işine gelendir. Egemen sınıf yasayı yapar ve işine gelen bir adaleti yönetilenlere satar,
onları ikna eder.
Sofistlerin bu düşüncesi Sokrates’i ve Platon’u önemli derecede etkilemiştir. Sofistler, devletin ve hukukun kaynağı bakımından ikiye ayrılırlar:
İlk Grup: Devlet bir toplum sözleşmesiyle var olur. Devlet çatısı altındakiler bu sözleşmeye uyarlar. İkinci Grup: Sofistlerin çoğunluğunu oluşturan bu gruba göre devlet güçlülerin devletidir. Hukuk ve adalet böyle bir iktidar oyununun
parçalıdırlar.
(Hoca derste, Thracymakhos ile Sokrates’in diyaloglarını kürsüye çıkardığı
öğrencilere okuttu)
Sofistlerin olumlu ve olumsuz yanları
İyi: Bilgiyi topluma yayma ve demokratikleşmeyi sağlamaya
yönelmişlerdir.
İyi: Antik Yunan’da bireysel değerleri ve bireyciliği ortaya koyan tek grup bunlardır.
İyi / Kötü: Sofistler eleştirmiştir. Ancak bu eleştiride yıkıcılık varken yıkılan şeyin, değerin, kurumun yerine yeni bir
şey kurmamışlardır.
Kötü: Bilgi olanaksız ise
bilim de, felsefe de boş şeyler haline gelir; buradan
da nihilizme varılır.
Kötü: Amaçları insanları
tartışma ne olursa olsun bu tartışmayı kazanmaya yönlendirmektir.
Böylece kötüyü ikna yoluyla iyi gibi göstermeye yol açılmıştır.
Sokrates
Sokrates’in ünü, bir sistem kurmasından
gelmez; bir sistem kurup kurmadığı belirsizdir.
Sokrates’i hep Platon’dan
dinleriz.
Sokrates gençleri fikirsel olarak baştan çıkarmak nedeniyle doğrudan demokrasi koşullarında halk meclislerince mahkum edilmiştir. Halk meclisinde savcılık yoktur ve dileyenler dilediklerini itham ederek suçlayabilmektedir.
Sokrates hep uyduğu ve adaletsiz de olsa düzen için savunduğu yasalara uymamanın kendisi ile çelişmek
olarak görüleceği için kaçırılmasını sağlamaya
dönük teklifleri reddeder.
Sokrates tarihteki ilk sivil itaatsizlik eyleminin
faili olarak kabul edilir. Ancak düzeni savunmak için ölümü göze alan Sokrates nasıl olur da sivil
itaatisizlik eylemcisi olarak kabul edilebilir?
Bugünkü derste bu çelişki ve sivil
itaatsizlik kavramı üzerinden Sokrates anlatılacaktır.
Sivil itaatsizlik, bugün hukuksal çerçevesi çizilen ve içinde yasaya aykırılığı barındıran bir prosedürdür.
Sivil itaatsizlik: Devletin ve / veya yasanın haksız uygulamalarına karşı üçüncü kişilerin bilebileceği şekilde
-
Şiddet içermeyen,
-
Kamuya açık ve aleni
-
Yasa ihlalleridir.
Burada yasaya doğrudan ya da dolaylı karşı gelme söz konusu
olabilir.
Sivil itaatsizlikte sistemin bütününe
ya da anayasal düzeni yıkmaya
yönelinmez.
Bilakis, devlet ve / veya yasalar tarafından anayasaya ve hukuka aykırı işlem ve eylemlere kalkışılır.
Alenilik: sivil itaatsizlik eylemlerinin gizli olmayıp kamu tarafından bilinebilir ve anlaşılabilir, açık olmasıdır.
Sivil itaatsizlik eylemlerinde üçüncü kişilere zarar verebilecek şiddet unsurlarına yer yoktur.
Sivil itaatsizlik eylemlerinde eylemin politik ve hukuki sorumluluğunun üstlenilmesi
gerekir. Hukuksal sorumluluk konusunda
ise iki görüş vardır. Birinci görüşe göre, sivil itaatsizlik eylemleri ile yasaya karşı gelen, hukuka
aykırılığın sorumluluğunu da kabul etmiş, üstlenmiş sayılır. İkinci görüşe göre, sivil
itaatsizlik eylemi meşru olduğu için herhangi bir sorumluluk
doğmayacağı yönündedir.
Vicdani ret bireyselken, sivil itaatsizlik kamu vicdanına ve ortak adalet inancına yönelen kolektif bir çağrıdır.
Yasadışılık, alenilik,
kamu vicdanına çağrı, hesaplanabilirlik
ve hukuksal sorumluluğun kabulü bakımından
Sokrates olayı bir sivil itaatsizlik olarak yorumlanabilir. Atina yasalarına ve tanrılara karşı gelen, halkı düşünmeye çağıran, amacı belli
ve sonunda hukuksal sorumluluğu kabul eden (sitenin tümüne
yönelen bir eleştiri olması bakımından
sivil itaatsizliğe benzemese de) Sokrates olayı sivil itaatsizliğe örnektir.
Burada şu önemlidir. Sokrates’in aristokrat oluşu ve aristokrasiyi savunması, içinde
bulunduğu doğrudan demokrasi koşullarını tehdit ettiği için,
yok edilmesine sebep olmuştur.
Epistemoloji
Sokrates’in epistemolojik duruşu,
bilginin ve hakikatin
imkanına yönelen bir güzergahtadır. Sokrates’in karşısında durduğu epistemolojik görüşler, evrenin sürekli değişen bir yapıda olması, öznenin varlığının ve hakikatin genel geçer olmayışı gibi düşüncelerdir.
Sokrates “Bildiğim tek şey, hiçbir şey
bilmediğimdir” derken sofistlerle birleşir. Varlık ve evren hakkındaki
bilgilerimizin değişebilir niteliğini, bu nedenle de sağlam ve
değişmez bir bilginin
olamayacağını kabul noktasında sofistlerle aynı fikirdedir.
Ancak, Sokrates’in sofistlerle ayrıştığı nokta,
ahlak ve siyaset alanında
genel geçer, nesnel, herkesi bağlayan hakikatlerin varolduğunu ve var olabileceğini savunmasındadır. Doğru ve sağlam bilgi sadece ahlak ve siyaset alanında geçerlidir.
Sokrates’in hakikate ulaşmada kullandığı yöntem “diyalog”dur. Diyaloğun niteliği, doğru bildiğimizi sandığımız şeyleri aslında bilmediğimizi göstermektir. İyilik, adalet gibi değerler hakkında farklı
insanlar farklı görüşler ileri sürüyorsa, bu, o konular
hakkında bilgisiz oluşumuzdan kaynaklanmaktadır.
Sokrates’in diyaloğunda 2 aşama vardır:
1. İroni: Bir kavramı iyi bildiği düşünülen bir kişiyi alaya alığ, onun o kavramı bilmediğini, ona sorular sorarak, göstermek.
2. Doğurtma: Sorular ile o kavramı bilmediğini gösterdiği kişiye, kavramla ilgili tanımlar oluşturtma evresidir. Bu evre de sorulardan oluşur. Kavramlar üzerinde doğru bilgiyi oluşturmaya, doğurtmaya çalışır.
Sokrates’in yöntemi, diyalog olarak adlandırılmalıdır.
Marksizmdeki diyalektikten farklıdır. Sokrates doğru ve sağlam bilgiye ulaşmayı hedeflerken
Marksizmde bilgi
hareket halindedir. Sokrates
idealist,
Marx
materyalisttir. Sokrates’e göre, hakikatler doğuştan zihnimizde mevcuttur ve onun yaptığı bu bilgilerin açığa çıkarılması,
doğurtulmasıdır. Marksizmde ise bu idealizme karşıtolarak, bilginin kaynağı maddedir.
Sokrates’te senteze ulaşıldığında
işlem tamamdır. Marksizmde ise sentez nihayet değildir;
sentezden sonra da hareket devam etmektedir.
Hukuk
Sokrates hukuk düşüncesinde,
kmi sofistlerin hukuku güç ilişkilerine bağlamalarına karşın, pozitif yasaların üzerinde ve onları bağlayan, insan yapımı olmayan, hep var olan bir üstün hukuktan
bahsetmektedir: Doğal Hukuk. Sofistler olandan hareketle hukuku tanımlarken teslimiyetçi bir çizgide gitmektedir. Sokrates ise, pozitif yasaların doğal hukuka uygun olması gerektiğini söylemekle yetinmemiş, olması gereken’e yönelen bir mücadeleyi de gündeme getirmiştir.
Platon
Platon, rasyonalizmin Antik Yunan’daki en önemli ismidir. Doğuştan gelen bilgi akıl yoluyla kavranarak elde edilir. Sofistlere karşı düşünceler üreterek
felsefesini kurmuştur.
Site önce, Platon’un yakın akrabalarının –ki bunlar aristokrattı, yönetimindeyken (aristokrasi), demokrasi ile aristokratlar ,kt,dardan iner ve hocası Sokrates demokrasi’de öldürülür.
Bunu ardından Platon
İtalya’ya gidiyor. Burada ideal devletinin
kurulması için mücadele ediyor. Ancak başarılı olamayınca Atina’ya dönüyor. Atina’ya dönerken korsanlar tarafından kaçırılıyor ve köle olmaktan bir Atinalının onu tanıması sayesinde kurtuluyor.
Platon Atina’ya dönünce Akademi’yi kurar. Akademi’nin kapısında “Matematik bilmeyen buraya gelmesin” yazmaktadır. Bu da onun akla ve
rasyonalizme verdiği önemi gösterir.
Platon “Devlet” adlı eserinde idealindeki ütopik
devleti anlatmaktadır. Bu devlette üç sınıf vardır:
-
Üreticiler: Toplumun
en geniş kısmıdır. O dönemde üreterek, emek ile ücret alanlar aşağı bir tabaka olarak görülmektedir.
-
Koruyucular (Savaşçılar):
Sitenin içte ve dışta güvenliğini sağlarlar.
Dışarıda düşmanlara, içeride yasalara aykırı davrananlara karşı siteyi korurlar.
-
Yöneticiler: Platon’a göre toplumun en seçkin, eğitilmiş kesimi olan filozoflar yönetici olmalıdır. Çünkü en büyük erdem olan bilgiye filozoflar sahiptir: Filozof Kral. İyi savaşçıların eğitilerek yönetici olmaları da mümkündür.
Platon’a göre sınıflar arasındaki
geçiş, alt tabakadakilerin üstün bir yetenek ve zekaya sahip olması durumunda mümkündür.
Yöneticilerin mayasında altın, koruyucuların mayasında gümüş, üreticilerde ise mayayı demir ve bakır oluşturur. Yani Platon’a göre, sınıfsal konumlar yaradılıştan ve kalıtsal biçimde gelir. Bu nedenle sınıflar arası geçiş çok ama çok zorlaştırılmıştır. Bu noktada Platon “öjenizm”in ilk isimlerinden sayılır.
Platon bu iddiasını sınıflar arasında evliliğe de sıcak bakmayarak sürdürür. Yani altın ile altın, gümüş ile gümüş evlenmelidir. Platon evlenecek yaşa gelmiş olanlar arasında (ayarlanmış) bir kurayla evliliğin yapılması gerektiğini ifade ederek
bu durumu yumuşatmaya çalışır; ancak kura aslından gerçek bir kura değildir, zira ayarlanmış ve hilelidir.
Adalet
Platon’a göre her sınıfın kendine düşeni yapması ve orada kalması halinde adil bir devlet kurulabilir. Organizmacı düşünce toplumsal formasyon ile insan bedenini benzeştirir. Üreticiler toplumda mideye, sindirim
sistemine (yani ellere, ayaklara, vücudun belden aşağısına) denk gelir. Savaşçılar toplumun
kalbidir; çünkü, her sınıfa karşılık gelen erdemler vardır ve kalp cesaret erdemini temsil eder. Üreticiler ölçülülüğü, itidali
temsil
eder.
Zira
üretirken ölçülü olmalılardır.
Yöneticilere denk düşen erdem ise akıl ve bilgidir; organ olarak beyinde temsil olurlar. Sofistlerin aksine, iktidarı elinde tutanlar güçlü olanlar değil, toplumun iyiliğini düşünen bilgelerdir.
Platon’a göre iyi insan, ahlaken iyi vatandaşa eşittir ve tüm sınıflar kendi erdemleri doğrultusunda davranırlarsa ahlaklı davranmış olurlar.
Platon’un devlet ütopyasında eğitim çok önemlidir. Ancak “Devlet” eserinde özel mülkiyet ve aile üzerinde daha çok durur. Savaşçılar ve yöneticiler için özel mülkiyet yasaktır;
çükü onların hamurlarında zaten bulunmaz nimetler vardır. Onlara özel mülkiyet verilirse
kamunun çıkarını değil kendi çıkarlarını düşünürler. Kadınlar ve çocuklar, dostlar
arasında ortaktır. Bu iki sınıfın evlilikleri serbestçe yapılamaz; devlet, soyun ıslahı için evlilikleri düzenlemelidir. Kadınlar, iyi bir eğitim ardından, kamusal hayatta yer alabilirler.
Platon’un İtalya’da gerçekleştirmeye çalıştığı devlet bu ütopyadır. Platon bu ütopyanın imkansızlığını görünce, yaşlılık döneminde “Yasalar”ı yazar. Burada mülkiyet ve evlilik konusunda yumuşar. Antik Yunan’da genelde olduğu üzere Platon’da birey yerine toplum öne alınır.
Platon rasyonel olmasının sonucu olarak doğal hukukçudur. Yazılı yasaların üzerinde, yazılı olmayan ve daha değerli bir doğal hukuk vardır. Bu doğal hukuk ilkeleri, doğal yasalar akılda önceden mevcuttur. İyi yetişmiş
ve erdemli insanlar, yazılı hukuk kurallarına ihtiyaçları olmadan da barış içinde yaşayabilirler.
Yasalar’da Platon
yazılı yasalar konusunda da yumuşamıştır. Ancak o asıl olarak Devlet eseriyle ünlüdür.
Platon’da Epistemoloji
Platon bilgi konusunda rasyonalisttir. Sofistlerin genel geçer
bilginin olmadığı, yalnızca doxa’lar (sanılar)
olduğu
yönündeki
görüşlerine episteme argümanıyla yanıt verir. Bu noktada
hocası Sokrates’i aşar. Sokrates siyaset ve ahlak alanında doğru ve sağlam bilgi mümkündür derdi. Diğer konularda ise ancak sanılarımız olabilir
diyordu.
Platon ise doğru, sağlam ve sarsılmaz bilgiyi mümkün kılmak için
iki dünya ayrımı yapar: Nesneler dünyası – ideler dünyası.
Duyu verileriyle
gelen bilgiler bizi yanıltır diyerek Platon da sofistlere katılır. Çünkü maddesel dünyada her şey değişir, kalıcı ve tutarlı bilgi nesneler dünyasında mümkün değildir. Ancak doğru ve sağlam bilgi başka bir dünyada asli ve daha iyi örneklere sahiptir. Platon bu meseleyi “Mağara örneği” üzerinden giderek
berraklaştırır.
Mağara örneğinde, karanlık bir mağaranın içindeyizdir. Mağara, örnekte, duyular evrenini ifade etmektedir. Mağaranın dışından (mağaranın dışı idealar evrenini ifade etmektedir) içeriye bir ışık hüzmesi gelir.
Sırtımız,
mağaranın ışık gelen kapısına dönüktür.
Bizler mağarada (duyular evreninde)
zincire vurulmuşuzdur ve dışarıdan (idealar evreninden)
gelen idelerin ışığının yansımasını görmekteyiz. Mağaranın yüzümüzün dönük olduğu duvarında bir kuş gölgesi görürüz;
ancak kuşun aslı idealar evreninde ide olarak mevcuttur.
Peki, bu iki dünya arasındaki bağlantı nasıl kurulur?
Öğrenme anımsamaysa ve bir şeyin asıl örneği idealar evrenindeyse, iki dünya nasıl olur da bir araya gelir?
Platon’a göre insan başlangıçta idealar evrenine aitken bedeni doxalar evrenine aittir. Platon’a göre insan idealar evreninden kovulmuştur; ancak idealar evreninde gördüklerini doxalar evreninde eğitim ile anımsayabilir. Eğitimin önemi, bu iki evren arasındaki bağlantıyı insanın verili varoluşundan elde etmekten
gelir. Eğitim ile insan,
idealar dünyasındayken gördüklerini anımsar, idealar dünyasındaki varlığına ulaşır.
Bağlantı eğitimle, insan aracılığıyla kurulur. Bağlantıyı kuracak
olanlar, ideaları dert edinen filozof azınlıklardır.
İnsanın bu idealar evreninden kovulmuş
olması, Platon’un Orta Çağ’da Yeni- Platoncular tarafından yeniden keşfedilmesinde önemli bir etkendir.
Nesneler Evreni
|
İdealar Evreni
|
1.
Duyularla algılanıyor
|
1. Akılla kavranıyor
|
2.
Nesneler, gerçek olmayanlardır.
|
2.
İdealar, gerçek olanlardır.
|
3.
İdealar evreninin gölgesi, yansımasıdır.
Yaşadığımız yeryüzü gelip geçicidir. Değişken nesneler vardır.
|
3. Nesnelerin değişmeyen, yetkin örneği. Fizik-ötesi (metafizik) evren
|
4. Bunların bilgisi
doxa’lardır (sanılar).
|
4. Bunların bilgisi episteme’dir.
|
5. Madde
|
5. Ruh
|
6. Duyular
yoluyla elde edilen bilgi
söz konusu olup
bu bilgi gerçek bilgi değildir;
sanıdır.
|
6. Akıl yoluyla değişmeyenlerin, ideaların bilgisidir.
Gerçek bilgi epistemedir.
|
7. Deney (empirizm)
|
7. Akıl (Rasyonalizm)
|
İdealar evrenine duyulan aşk, eros’tur. Bu aşk
bilgiye, hakikate dönük
aşktır. Bu aşkı en çok yaşayanlar, kendilerini bilgiye, hakikate, epistemeye adayan filozoflardır. Bilgi kuramı ile siyaset felsefesi arasındaki ilişki buradan gelir. Çünkü sadece, küçük bir azınlık olan filozoflar tüm toplumun çıkarına çalışacak erdeme, erosa sahiptir. İdealara, kesin bilgiye en yakın olanlar devleti de yönetmelidirler. Her şeyi bilen, vatandaşları için en iyisini yapan totaliter, müdahaleci ve babaerkil devlet tahayyülü söz konusudur. Ortak mülkiyet vurgusu Platon’u ilk komünist
kuramcı saymaya dahi sebep olmuştur.
Aristoteles
Klasik dönem Antik Yunan filozoflarının sonuncusu Aristoteles’tir. Platon’un öğrencisidir. Platon’dan sonra kendi okulunu
kurmuştur. Aristoteles, Platon
ve Sokrates’ten farklı olarak, Atina’lı değil, Makedonya’lıdır.
Babası bir hekimdir. Büyük İskender’in hocalığını yapmıştır.
Aristoteles Platon’dnn etkilenir,
ancak ondan çok farklıdır.
Platon’un epistemolojik düalizmini bırakır; Aristoteles’e göre her şey bu dünyada olur. Aşkın
bir idealar evrenine gönderme yapmaz. Bilginin kaynağı sadece akıl değil, hemm akıl hem de deneydir. Yani doğuştan gelen bilgilerin yanında deney ve gözlemden de bilgi gelmektedir. Bu deney ve gözlemden gelen bilgiler, aklın ilkeleri yardımıyla
elde edilir. Akıl ve bilgi eşittir. Akıldan gelen ilkelere örnek, Platon’daki gibi, matematik düşünceler olabilir.
Aristoteles ile Kant’ın eleştirel aklı arasındaki benzerlik dikkat çeker.
Aristoteles’te özdeşlik, çelişmezlik
ve üçüncü halin olanaksızlığı ilkeleri Organon (aygıt) adlı eserde geçer. Deney verileri, bu ilkelerin süzgecinden geçerek, bilgi edinmemize yardımcı olur.
Artık doğru ve sağlam bilginin kaynağı akıl ve deneyin işbirliği ile gerçekleşir. Oysa Sokrates bilgileri ahlak, siyaset – diğerleri; Platon ise dünyaları idealar – doxalar diye ayırmıştı. Aristoteles bu ayrımları yapmaz. Daha çok akıl ve deneyin, akıldaki sınıflandırmalar ve ilkeler vesilesiyle bir araya gelişinden bahseder.
Aristoteles, sosyoloji,
psikoloji gibi pek çok bilimle de ilgilenmiştir.
Platon’un ideaları, Aristoteles’te “form”lara dönüşür. Bir varlığı bilebilmek için algılarımız madde, form, hareket ve amaçları bakımından varlı kazanır. Örneğin, bir heykeltıraş bronz bir heykel yapmış olsun. Bu heykeli bilebilmemiz
için, heykelin
varolabilmesi
için, maddesini (bronz metalini), formunu (örneğin, insan biçimini), hareketini (heykeli var eden yontma, cilalama, kesme hareketlerini) ve amacını (örneğin, estetik
bir amaç) bilmemiz
gerekir. Daha doğrusu, bu koşullar
varlık koşullarıdır. Böylece varlık kendi içinde
bir yetkinleşmeye evrilir ve bir gayeye yönelir. Madde halinden amaca giden yol yetkinleşmeyse, her varlık bir gayeye yönelmektedir. Dolayısıyla, ayrıca bir idealar evrenine gerek yoktur.
Bir masa da örnek verilebilir. Bir masayı önce duyumsarım. Maddesini, formunu, hareketini ve amacını bilmeliyim. Masa idesi idealar evreninde değildir. Masayı, daha önce gözlemlediğim masalardan elde ettiğim masa idesine
oturtarak bilebilirim.
Yani bilgide deney ve gözlem çok önemlidir.
Aristoteles bu anlamda, olgucudur.
Görüldüğü gibi Aristoteles’te gaye, varlığın en yetkin şekline gidişidir. Örneğin bir tohumun nihai
gayesi ağaçtır.
Aristoteles’in siyaset ve hukuk alanındaki düşünceleri de böyledir. Gerçi “Retorik”te çokça doğal, ideal bir hukuktan, devletten bahseder. Ancak buralarda bahsettiği ideal ve doğal hukuk ya da devlet idealar evreninden gelmez; o zamana değin gözlenebilen, deneyimlenebilen hukuklar ve devletler içinde görünen en iyi yanlar dikkate alınır. Aristoteles bu anlamda öznel değil, nsenel ve gördüklerinden hareketle düşünmektedir.
Bu nedenle bazı hukuk kitaplarında Aristoteles doğal hukukçu olarak, bazı hukuk kitaplarında ise hukuk sosyolojisti (örneğin Hamide Topçuoğlu) olarak
görünür. Bu kafa karışıklığının nedeni, akla da gözleme de yer vermesinden gelir.
Aristoteles’in adalet hakkındaki düşünceleri adalet türleri bakımından
önem taşır. Denkleştirici, dağıtıcı ve hakkaniyet adaleti olarak adalete üçlü bir ayrım uygular.
Denkleştirici Adalet
Salt eşitliktir; kafa eşitliği ya da matematiksel adalet de denir. Herkese her şeyden aynı oranda! Aristoteles buna bizim gibi denkleştirici adalet demez; düzeltici adalet der. Ceza hukuku bakımından ise suçu işleyen kişinin
kişisel özelliklerine bakmaksızın, suç ile verilen zarar düzeltilmelidir.
Dağıtıcı Adalet
Geometrik adalettir.
Burada kişisel
özellikler devreye girmektedir. Yetenek ve toplum
içindeki konum, statü önemsenir.
Orantılı ve geometrik bir anlayış vardır. Herkese eşit muameleye değil, eşit durumdakilere eşit muamele anlamına
gelir. Nimet ve külfetlerin dağıtımında
kişisel özellikler dikkate
alınır.
Aristoteles’in öngördüğü toplum,
bu
adalet
tasarımlarından anlaşılacağı üzere, Platon’daki kadar katı olmasa da, toplumsal bir hiyerarşiye sahiptir. Tam eşitlikçi bir adalet yoktur. Denkleştirici adaletin yanında dağıtıcı adalete de yer vermesi bunu göstermektedir.
Geçen hafta Aristoteles’in bilgi kuramı ve adalet üzerine düşünceleri anlatılmıştı. Aristoteles’in adalet tasarımlarına günümüzde sosyal adalet ve prosedüral adalet eklenmiştir.
Aristoteles denkleştirici adalete düzeltici adalet demişti. İkili ilişkilerde alınan ile verilen arasında bir
orantısızlık varsa
bu düzeltilmelidir. Suç işlenmişse karşılığı ödetilmelidir. Özel hukuk ilişkilerinde, örneğin sözleşmelerde tarafların aldığı ile verdiği denk olmalıdır.
Denkleştirici adalet matematiksel ya da salt
eşitlik yahut kafa eşitliği de denir. Dağıtıcı adalette ise aynı olanlara aynı, benzer olmayanlara ise farklı muamele
edilmelidir. Odun çalan kadın ve artan oranlı vergiler (gelir arttıkça verginin de artması) buna örnektir. Aristoteles’te dağıtıcı adalet birey ile devlet ya da birey ile toplum arasında gözetilir.
Servetin ve şanın dağıtımı bu ilke çerçevesinde yapılmalıdır.
Hakkaniyet Adaleti
Hakkaniyet adaleti, somut olay adaletidir.
Aristoteles’e göre genel ve soyut yasaların her olaya aynı biçimde
uygulanması adalete aykırı olabilir. Somut olayın
özellikleri ve olaydaki kişlerin bireysel özelliklerine inilir ve genel ve soyut yasaların katı biçimde
uygulanması ile oluşabilecek adaletsizlikler önlenmeye çalışılır. Hakkaniyet adaleti, yargıcın elinde olan bir aygıttır. Yasalar ise soyut ve genel olmak zorundadır. Bu nedenle, hakkaniyet ile denkleştirici adalet ciddi bir gerilim içindedir. Bugün adalet tartışmaları bu gerilimden etkilenmiştir.
Adalet ayrımlaması, Aristoteles’in sınıflı bir toplumu öngördüğünü gösterir. Platon’daki kadar katı bir ayrım olmasa da, farklı sınıfların varlığı özellikle dağıtıcı adalet konusunda
ortaya çıkar.
Devlet ve Hukuk
Aristoteles’in bilgi kuramında her varlık dört aygıt ile açıklanmaktaydı. Devlet denen varlık da bu dört unsur
bakımından ele alınmaktadır.
Aristoteles devlet ve hukuk tasarımlarını, Platon’un idealar aleminden çıkarsadığı devlet ve hukuk anlayışının aksine, o ana kadar görünen ve başka bir dünyadan gelmeyen devlet deneyimlerinden ortaya çıkarmaktadır. Aristoteles’in devlet hakkındaki
görüşleri Politika adlı eserinde yer alır. Unsurlara geçmeden önce denmelidir
ki, Aristoteles’te devlet zorunlu bir kurumdur. Çünkü insan,
doğası gereği toplu halde yaşar. Devleti bu toplu oluşun
adı olarak zorunludur.
Aristoteles’e göre, devletin maddesi ülke ve insanlardır. Ona göre iyi bir devlet düzeninde, o devleti oluşturan insanların sayısı önemlidir. Nüfus, düzenin devamını etkilemek bakımından ne çok ne de az olmalıdır.
Orta ölçekte, büyüklükte bir nüfus ve toprak parçası olmalıdır (Aristoteles bu mantıkla kürtaja cevaz vermiştir).
Aristoteles’e göre sınıflar vardır; ancak sınıflar
arasında da sayısal olarak uçurum olmamalı, nüfusun
çoğunluğu ne yoksul ne de zengin olan orta sınıftan oluşmalıdır.
Aristoteles’e göre devletin en küçük nüvesi ailedir. Bu itibarla Platın’dan çok farklılaşır. Devlet’teki Platon aile kurumunu
kabul etmezken, Aristoteles devletin çekirdeğini aile, köy, site silsilesi ile kurgular. Ayrıca, Platon’un aksine, Aristoteles özel mülkiyeti de kabul eder. Çünkü öze mülkiyet, insanlara toplumsal
mülkiyetten daha fazla haz verir ve onları çalışmaya sevk eder. Platon’dan bir başka farkı,
kadınlar Platon’da dostlar arasında ortak ve eğitilerek yönetici olabilmekteyken Aristoteles’te kadınlar vatandaş dahi değildir. Aristoteles köleliği kabul eder; doğanın düzeni gereği güçlü olanlar daha zayıf olanları yönetecektir. Kölelik de bu doğal düzene uygundur.
Aristoteles’e göre devlet, formu bakımından,
altı tanedir. Altı tane form vardır yani altı tane devlet biçimi. Bunlardan üçü iyi, üçü kötü,
bozulmuş yönetimlerdir.
İyi devlet formları:
Monarşi, Aristokrasi,
Politi (Politea, Cumhuriyet)’tir.
İyi devlet yönetimlerinde
ortak özellik, yönetimi elinde bulunduran iktidarın ortak iyiyi gözetmesindedir. Toplumsal iyinin gerçekleşmesi için yasalara uygun yönetim sergilenmelidir. Yani ortak iyi ve yasalara uygunluk
bu üç tipin ortak özelliğidir.
Monarşi’de iktidar tek kişinin, Aristokrasi’de belli bir zümrenin, Politi’de ise orta sınıfı oluşturan halın yönetimde
bulunması söz konusudur.
İyi yönetim biçimlerinin bozulmuş halleri ise:
Monarşiden Tirani (Despotizm)
Aristokrasiden Oligarşi
Politiden Demokrasi
(ya da Demogoji)
Monarşi ve Aristokraside yönetimi elinde tutanlar toplumsal iyileri ve yasaları gözetmezse dönüşüm oluşur.
Politide ise yöneticiler orta sınıftan yoksullara kayarsa
yoksullar toplumsal iyiyi ve yasaları gözetmeden yönetirler.
Aristoteles üç iyi yönetim biçiminden en iyisinin o toplumun yapısına
hangisi daha çok uyuyprsa o olduğunu söyler. Yani, tüm toplumlar için geçerli olacak belli bir en iyi yönetim biçimi önermez. Aristoteles burada da ideallerden hareket etmez;
toplumun yapısını önemli
kılar.
Aristoteles’e göre devletin hareket unsuru, yurttaşlardır. Aristoteles devleti
önce aile, sonra köyden hareketle kuran yurttaşları hareket unsuru olarak alır.
Aristoteles’e göre devletin
amaç unsuru insandır. Devletin ve siyasetin amacı, nihai gayesi, insanların mutluluğu, erdemli vatandaş yetiştirilmesi ve insanın kendi doğasını, yeteneklerini gerçekleştirmesinin sağlanarak insanın
yetkinleşmesidir. Yani devletin
amacı insana yöneliktir. Görüldüğü gibi, Aristoteles’te de Platon’daki gibi, siyaset ve ahlak iç içe girmiştir.
Hukuk
Aristoteles hem doğal hukuku hem de pozitif hukuku önemser. Aristoteles için kimi kitaplarda Sokrates ve Platon
gibi doğal hukukçu denmektedir. Retorik kitabı, doğal hukuka
verdiği önemi gösterir. Ancak Aristoteles’in doğal hukuku Sokrates ve Platon’un doğal hukuklarından farklı olarak, idealardan değil, gözlemlerden ortaya çıkarılır. Yani doğal hukuk idealize edilmemiş,
çeşitli hukukların ortak
ve iyi özelliklerinden hareketle kurulan
pozitif
hukuk
temellidir.
(Hocaya göre,
Aristoteles aslında,
bu nedenle, bir doğal hukukçudan ziyade pozitivist sayılmaya uygundur)
Erdem
Ahlakı
Aristoteles’in ahlak görüşleri de bugüne kadar ulaşmıştır. Aristoteles’in ahlak
anlayışı “erdem ahlakı”dır. İnsan davranışının nihai hedefi mutluluktur. Ancak bu mutluluk, Epikür’ün hazcılığı gibi değildir. Bir anlık mutluluk değil, erdemli ve ahlaklı bir karaktere sahip olmanın
insana vereceği sürekli bir huzur söz konusudur.
Aristoteles neyi yapmalıyım / yapmamalıyım biçimindeki ahlak felsefesi sorusu yerine, nasıl yaşamalıyım sorusuna yönelir. Yani anlık pratikler
değil, yaşam boyu süren bir karakter önem taşır.
Aristoteles’e göre sürekli olarak ahlaken doğru olanı yapma yeteneği sağlanırsa, erdemli olunur.
Aristoteles ahlakı, daha ziyade orta yaş ve sonrasına hitap eder. Çünkü ahlaklı ve erdemli karakter ancak eğitimle kazanılır ve eğitim bu yaş dönemine tekabül eder. Oysa genel ahlak felsefesi neyi yapmalıyım / yapmamalıyım türünden sorularla anlık pratiklere yönelir.
İnsanın gayesi, erdemli bir karaktere sahip olmak bakımından kendini yetkinleştirmektir.
Aristoteles pratik ahlak felsefesinin ne yapmalıyım sorusuna ikincil düzeyde önem verir. Bu konudaki düşüncesi altın orta kuralıdır. Yani pratikte, iki aşırı davranış biçiminden kaçınıp, ortada yer alan davranış seçilmelidir. Yani, aşırılıkların ortasında
yer alan davranışta bulunulmalıdır. Korkaklık – gözü karalık iki aşırı
davranıştır.
Biz ise bu ikisinin ortasını ahlaki davranış olarak alabiliriz. Anlaşılan Aristoteles genel ortacı felsefesini, ahlak alanında da ortaya koyar.
Epikuros
Epikuros’un düşüncelerini besleyen iklim. Artık site, Büyük İskender’in fethi ile yunan siteleri çöküşe geçmiştir. Sokrates, Platon ve
Aristoteles’in ayakta tutmaya
çalıştığı site ortadan kalkmaya yüz tutmuştur. Aslında
bu süreç sofistlerden beri yaşanmaktaydı. Epikuros ve sonrasındaki
Stoacılar, bu iklimin
ürünüdür.
İnsanların çoklukla bağlandığı değer olan site yıkılınca Epikuros
insanlara yeni bir değer, yeni bir dayanak sunmayı amaçlamıştır.
Epikuros varlık teorisi bakımından
materyalist; bilgi teorisi bakımından duyumcu; ahlak teorisi bakımından
hazcıdır.
Varlığın ve varolan her şeyin varlık
sebebi
madde
ve
onu
oluşturan atomlardır. Maddeyi oluşturan atomlardaki nicel değişmeler maddenin niteliğinde de değişim yaratır.
Maddenin niceliğinin değişmesinin niteliğinin değişmesine yol açması olgusuna Marksizmde de rastlanır.
Epikuros’ta nicel değişim rastlantısal olduğu için, atomlardaki değişmeler rastlantısal olduğu için nitelikteki
değişim de rastlantısaldır. Buradan insanın özgür
değişimi anlayışına kapı açılmaktadır.
Epikuros’ta hiçbir şey yoktan var
edilmez. Tamamen materyalisttir;
evreni Tanrı yoktan
var etmemiştir.
Ahlakta Epikuros hazzı arttırmak, acıyı azaltmak biçiminde söylemlere sahiptir
(Bu, bir hedonizme ve yararcılığa dönüşecektir ileriki çağlarda). Nihai amacı acıyı azaltmak ve hazza yönelmektir. İnsanın
mutlu olması için acı ve ıstıraptan uzaklaşmasını öngörür. Ancak Epikuros maddi hazlarda aşırıya kaçıldığında da acı ve ıstırap ortaya çıkar diyerek hazda aşırıya kaçılmamalıdır düşüncesini de savunur. Yani Epikuros’un mutluluğu acı ve ıstıraptan kaçmak, hazda ise ölçülü
olmaktır.
Epikuros’un bu düşüncesinin oluşmasında kişisel hayatında yaşadığı hastalıklar
ve çektiği ağrılar rol oynamıştır.
Epikuros’a göre, siteye bağlılığından dolayı kendini gören bireyin yerine, site ve kamusal hayatla bağlarını zayıflatan birey geçmelidir.
Mutlu olmak için, insanın kendisine zarar veren siyaset ve
kamudan bağları koparılmalıdır.
Ayrıca, aile de acı ve ıstırap verir. Aileden de uzak durulmalıdır. Epikuros’a göre insanların en büyük acı ve ıstırabı kaynaklarından olan Tanrı ve ölümden korkulmamalıdır. Epikuros ateist değil, deisttir. Hiçlikten hiçbir şey doğmaz derken uzaklaştığı Tanrı’yı tamamen reddetmez: Tanrı vardır ancak bu dünyanın işlerine karışmayan, kendini insanın dertleriyle sıkıntıya sokmayan bir Tanrı mevcuttur.
Ölümden sonra da insan bedeni çürüyeceğinden ve yeniden dirilip
ıstırap çekmeyeceği için ölümden de korkmamalıyız. “Ben varken ölüm yoktur; Ölüm varken de ben yokum!”; “Tanrı dünyayı yaratıp bir saat gibi onu kurdu ve gerisini bıraktı.” Diyerek bu düşüncelerini ifade etmiş olur.
Hukuk
Epikuros devletin ve hukukun kaynağını insanların kendi aralarında yaptığı bir sözleşmeye bağlar. Bu anlamda toplumsal sözleşmecidir. Ne Platon gibi organizmacı ne de Aristoteles’teki gibi kapalı bir devlet anlayışı vardır. Devlet, Aristoteles’in aksine, zorunlu bir kurum değildir. İnsan eliyle kurulmuş bir aygıttır. Toplumsal sözleşmeden önce insanlar bir doğal düzende yaşamaktaydı ve birbirlerine zarar verebiliyordu. Yaptıkları sözleşme ile insanlar, doğal olmayan aygıtlar olarak devleti ve hukuku yaratmışlardır.
Demek ki hukuk da insanların acı çekmemek, zarar görmemek için aralarında
yaptıkları bir sözleşmenin ürününden öte bir şey değildir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder