3 Aralık 2013 Salı

Hukuk Felsefesi Ders Notları - 6

Hukuk Felsefesi 2013-2014 Öğretim Yılı (Güz)

DERS NOTLARI (6)

Doç. Dr. Sevtap Metin
Yard. Doç. Dr. Ülker Yükselbaba


Immanuel Kant (1724-1804)


On sekizinci yüzyıl Aydınlanma düşünürüdür. Bireyi,  insan  aklını  merkeze alan ve insan aklını her şeyin başı sayan anlayışı vardır.


Kant’ın ahlak teorisi (Aristo’nun erdem etiği ve faydacı ahlak anlayışı ile beraber) günümüze kadar gelen ahlak anlayışlandandır.




           Kant Epistemolojisi

Neyi, nasıl, ne kadar bilebiliriz sorularını tartışmıştır.

Bilginin kaynağı olarak salt aklı ya da salt deneyi yetersiz bulur Kant. O nedenle akılcıların ve deneycilerin sentezi ile yeni bir bilgi kura ortaya koyar: eleştirel akılcılık. Buna göre bilgi hem akıl hem de deney ile elde edilebilir. Akılcılara göre (Platon’dan beri) bilginin kaynağı salt akıldıryani bilgiler insan aklında önceden mevcuttur. İnsan aklı (matematik ve geometride olduğu gibi) soyutlama ile ortaya çıkar. Bunların bilgi anlayışı a priori yani deney öncesidir. Deneyciler ise insan aklında doğuştan hiçbir bilginin olmağını ve salt deneyle bilgiye ulaşılabileceğini savunur.

Kant, epistemolojide eleştirel akılcılığa varmadan önce rasyonalistti. Ancak kendi tabiriyle onu dogmatik uykudan uyandıran David Hume olmuştur. Hume, her türlü bilginin deneyden geldiğini söyler, hatta tümevarım yöntemi Hume’a atfedilir. Hume bu ampirizmine (deneyciliğine) karşın, tümevarımın ve deneyciliğin eksikliğini de ortaya koyabilmiştir: Her türlü bilginin kaynağı deney ve gözlemlerdir ancak deney ile elde edilen bilgiler her halükarda eksik bir tümevarımın sonucudur. Hume’a göre deney, zorunlu ve eksiksiz bilgiyi veremez, çünkü tümevarımda deneyin konusu olan objenin, nyanın her yerinde ve çok sayıdaki bu objelerin tümünü deneyimlememiz mümkün değildir. Tümevarım hep eksik kalmak zorundadır. Biz, sınırlı sayıda deney ve gözlemden, deney ve gözleme tabi tutmadığımız olguları da kapsayan genellemelere varıyoruz. Oysa bu genelleme zorunlu ve eksiksiz olamayacaktır. Örneğin demir metali (x)  derecede  erir önermesi nyadaki tüm demir metaller üzerinde denenmeden ortaya konmuş ve bu nedenle     eksiktir.

Hume’a göre evrende her şey belli bir determinizmle, nedensellikle işler düşüncesi yanlıştır. Çünkü Hume’a göre nedensellik insan psikolojisinden doğan bir şeydir. A olayının ardından B olayının geldiğini tekrar tekrar gördükçe biz bu gidişata alışırız, ancak bu ardışıklığın zorunlu olduğu anlamına gelmez. Biz Anın ardından B’nin gelmesine alıştığımız için psikolojik oalrak bunlar arasında bir nedensellik varmış gibi gelir. Oysa bu da bir eksik tümevarım, psikolojik halden dolayı düşünülen bir nedensellik olarak şüphelidir. Böylece Hume’un şüpheci olduğu da ortaya çıkmaktadır.

Not: Nedensellikle ilgili Hume’un bu düşünceleri aynen ve ondan daha önce Gazali tarafından ortaya konmuştur. Ona göre, neden ve sonucu yan yana görmek bizde bir alışkanlık doğurur, hiç kimse neden ile sonuç arasındaki nedensellik bağını gözlemleyemez. Hume’un düşüncesi de aynen budur.


Kant’a göre insanda bilgi edinme süreci tıpkı deneycilerde olduğu gibi, duyu verileri ile başlamaktadır. Deney ve gözlemden, duyu verilerinden  gelmeyen  bilgi yoktur. Ancak bilgi sadece bu deneyimlerden gelmez. Bilgi edinme süreci deney ve duyu verileriyle başlar, ancak bununla bitmez. Burada Kant kurucudur.


Kant’ın Humedan aylğı nokta ise deney ile elde edilen veriler, akılda önceden mevcut (a priori) ve deneye ihtiyaç duymayan formlar vardır: Kategori ve normlar. Kant, akılcılardan, bilginin önceden zihinde var olup sonradan anımsandığı görüşünün aksini savunarak ayrılır. Bu durumda, duyu verilerini işleyen, düzenleyen, sınıflandıran formlar olmasaydı duyu verileri bilgiye dönüşmezdi. Ayrıca duyu veriler bilginin   ha maddesi   olarak   mevcuttur.   He ikisi   de   (duy veriler ve zihindeki formlar) bilginin imkanlı olma bakımından kesinlikle bir arada olmalıdır.

Bu formlar yer, zaman, nedenselliktir. Bunlar inde de dörtlü ay formlar vardır. Toplamda on iki form bulunur. Temelde ise bu üç (yer, zaman, nedensellik) form  bulunur.

Örnek: Bir trafik kazanın aydınlanması için;

-          Kazanın nerede olduğu

-          Kazanın ne zaman olduğu

-          Kazanın neden olduğu

bilinmelidir. Bu üç veri olmadan hiçbir şey anlaşılamayacaktır. Kaza hiçbir yerde, hiçbir zaman, herhangi bir neden olmaksızın gerçekleşti demek, saçmalamaktır, bir anlamı yoktur.

Kant’ın Hume’un nedenselliğinden farkı; Hume nedenselliğin psikolojik çağrışımlara dayanan bir alışkanlık olduğunu ylerken, Kant’ta nedensellik bir alışkanlık veya psikolojik bir unsur değil, insan aklında önceden mevcut bir veridir. Hume ile ortak noktası da buradan okunabilir. Kant’ta da Hume’da da nedensellik doğada gözlemlenebilen bir şey değildir. Hume’da alışkanlık, Kant’ta ise a priori veridir.

Kant’ta bilgi, duyu verilerinin akılda çekmeceler halinde bulunan formlara girmesiyle   ortay konur.

Kant’a göre, bilgi ancak bu formlar ile sınırlıdır. Yani dış nyadaki olgular, veriler, aklımızdaki kategoriler öyle emrettiği için ve bu kategorilerle nırlı olarak bilebiliriz. Bu şu demektir; aklımızın sınırla dışında kalan kısımla bilemeyiz. Yani bana görünenin ve görünenin aklıma girip bilgi sürecinin tamamlandığı formların bize söylediğinin dışında bilgi mümkün değildir. Bu halde, varlığın duyulan kısmı ve aklımızdaki formların dışında kalan şeyi, varlığın aslını, kendisini asla bilemeyiz. Deneyimin ve aklın programlağı biçimde ve bu biçimle sınırlı olarak bilgi sahibiyiz; şeylerin aslı ise bu sınırların dışında kaldığı için bilinemez. Bu bilme yetisinin sınırları, Kant’ta bilimin de sınırlarını gösterir. Bu sınırların ötesi metafiziktir ve bilim bu metafiziği bilemez. Teorik akıl bu sınırlarla sınırlandırılmıştır.

Not: Birinci derste hoca fenomen ve numenden bilinçli olarak bahsetmediğini, bundan pratik akılda bahsedeceğini bildirdi.


Kant’ın Ahlak Felsefesi

Kant’ın aydınlanmacı ve modernleşmeci bir birey anlayışının olduğunu en iyi gösteren alan ahlak alanı, pratik akıldır.

Kant’ta ahlak yasala da bireyin aklından çıkmaktadır. Bu anlamda Kant ahlak felsefesinde bireyci ve rasyonalisttir. Kant’a göre ahlak yasaları, yere, zamana göre değişmeyen, aklın ortaklığında evrensellikleri olduğundan ahlak yasaları evrensel ve mutlaktır. Yani Kant’a göre ahlak yasaları her durumda her birey için geçerlidir. Herhangi bir koşula bağ değildir, koşulsuzdur.

Not: Diğer bir ahlak anlayışı Epikür’den beri gelen ve Anglo-Sakson dünyasında hakim olan yararcı ahlak anlayışıdır.


-          Yararcı ahlak; sonuçsalcıdır. Ampiristtir (deneyci a posteriori).

-          Kant’ın ahlakı; sonuçsalcı değildir. Rasyonalist’dir (akılcı a priori).

İki ahlak anlayışı arasındaki temel farklar bunlardır.

Yararcı ahlakta ahlak yasaları tecrübidir. Yani deneyimlenen pratikler, akılda önceden mevcut olmayan pratikler, ahlak yasalarını oluşturur. Kant’ta ise ahlak yasaları tıpkı epistemolojide olduğu gibi aldan gelir. Kant, ahlak alanında epistemolojide olduğundan farklı olarak tam bir rasyonalisttir. Ahlak yasasının oluşumunda deneye, bilgi kuramının aksine yer yoktur. Ka ve tamamen bir rasyonalizm söz konusudur.

Kant, duyular evreninde (fenomenler) insanın doğanın bir parçası  olarak yer aldığını ve doğanın yasalarına tabi, belirlenmiş ve determine olmuş olduğunu söyler. Örneğin, doğanın bir parça olarak insan acıkır ve bu nedenle yemek yer.

Oysa ahlak alanında Kant, belirlenmişliklerden, olandan sıyrılıp, olma gerekene yönelebilen, ahlaki bir varlıktır. Burana olan-olma gereken alizmi vardır. Kant’ta teorik akıl olan” ile ilgiliyken pratik akıl olma gereken” ile ilintilidir.

-          Teorik akıl => Bilginin olanağı, doğayı nasıl anlarız, neyi bilebiliriz.

-          Pratik akıl => Aklın eylemleri yöneten kısmıdır. Pratik akıl; ahlaki, yani pratik davranışla yönlendirir.

rüngüler (fenomenler) evrenini teorik aklımızın sınırlarında bilebiliriz, metafizik yoktur burada; bura bilimin alanıdır. Olanı bu teorik akıl ile biliriz. Teorik akıl insanın belirlenmiş kısmıdır. Oysa pratik akıl, insanın belirlenmemiş, özgür, otonom bir varlık olarak yer aldığı kısımdır.

Bu bakımdan Kant, Platona benzer. Platon nyaları idealar ve nesneler diye ikiye ayırırken Kant, aklı göngülere has teorik akıl ve numenlere özgü pratik akıl olarak ikiye ayırır. Pratik akılolmagerekeni yler.

Kant sonuçsalcı değildir, dedik. Sonuçsalcı ahlaka göre, insan eylemlerini yönlendiren ilke, Epikür’den beri haz ve acıdır. Yani bir eylem hazzı artırıyor acıyı azaltıyorsa sonuç olarak ahlaki bir eylemdir ve eylemin ahlakiliği aldan değil sonuçtan hareketle ortaya çıkar. Aydınlanma hazcılığı ise bireyin ya sıra toplumun da işe katıldığı neme tekabül eder. Yani en fazla sayıda insanın hazzını artırıp acısını azaltacak eylem ahlakidir, bu genel yarar ilkesidir. Kant’a göre ise sonuç ne olursa olsun ahlaki eylemin iyiliği ya da kötülüğü ta baştan, akıldan bellidir. Sonuç önemli değildir.

Kant’ın ahlak anlayışını anlatan temel kavram ödev etiğidir. Ödev etiği, sonuçlara göre değerlendirilmeyen bir alandır. Çünkü sonuçsalcı yaklaşımda ahlaki davranış dış dünyada yaratacağı sonuca bağımlı ve insan da bu yüzden otonom değilken, Kant etiği insanın pratik olarak tam olarak rasyonel bir varlık olduğu temelinden hareketle özgürlüğü önemsenir.

Kant’a göre, bize bağ olmayıp bizi bağlayan sonuçlar ne olursa olsun, bizim niyetimizin iyi olma önemlidir. Biz iyi niyetle hareket ettiğimizde, sonuç ne olursa olsun, ahlak davranmış oluruz. Bu niyet, dışarıdan gelen baskılar ile belirlenmiş olmayan, yani insanın otonom varlığından gelir. Dışarıdan gelen baskılar; toplumsal baskılar, yaptırım korkusu gibi baskılar (yasal yaptırım, dini-manevi yaptırım gibi) nedeniyle hareket etmek Kant’a göre niyet ahlaken iyi değildir, çünkü otonomi bozulur, eyleminiz dışadan gelen bir güçle belirlenmiş olur ve özgürğe halel gelir. Yani, eylemimizin niyeti dışarından belirlenmişse, niyet ahlaken iyi değildir.

Ödev etiği, insanın rasyonel olmasını, otonom ve iyi irade sahibi olmasını, ahlak yasalarını, ahlaki yükümlülüklerini kendi koymasını ister.

Peki, eğer her insan kendi ahlak yasasını kendi koyuyorsa, burada sofistler gibi ne kadar varsa o kadar ahlak vardır demiş oluyor? Kesinlikle hayır. Kant’ta bu anlamda sofizm yoktur. Her insan kendi ahlaki yasasını, niyetini kendisi koyar; ancak Kant’ın ödev etiğinde ahlaki ödevin ne olduğu belirlenirken, ödev olarak yapmam gerektiğini düşündüğüm, niyetlendiğim şey aynı durumda aynı koşullarda bulunan her insanın da davranacağı evrensellikte olmalıdır.”

Kant’ın ödev etiğinde maksim (ilke): öyle eyle ki, davranışın ay durumda bulunan herkes için evrensel bir yasa olabilsin.” düsturudur.

İşte bireycilik ve evrensellik bu maksimle örtüşür. Yani o durumda nasıl davranacağımızı biz belirleriz; ancak davranışımız bizi aşar ve herkesin bu durumda evrensel olarak o şekilde davranması gerektiği düşüncesine var. İşte ödev etiğinin maksimi budur.

Somutlaştırırsak; bazen yalan söylemek iyi bir şey olabilir. Bu düşünceyle yalan söylediğimde herkesin ay biçimde yalan söylemesini bekleyemem. Bu evrenselleştirilemez. Çünkü yalan söylemek, gerekçesi ne olursa olsun,  genel  bir kural olarak varsayılamayacaktır. Birey ve evrensellik meselesi böylece aşılmış olur.

Ancak Kant’ın ödev etiğinin katıksız olarak yarara yönelmediği söylenemez. Çünkü örneğin herkesin yalan söylediği bir toplumda yaşanamaz önermesi, bir arada yaşayabilmek için yalan söylememeliyiz gibi sonuçsalcı bir yaklaşıma konu olabilir.

Ayca ödev ahlakında duyguya da yer yoktur. Yani edimi, edimin yöneldiği kişiye yönelik olumlu ya da olumsuz hislerimizden ötürü yapıyorsak bu ahlaki değildir. Örneğin; bir hastayı ziyaret etmek, ona yaranmak için yapıldığında ne kadar ahlaksızca ise, onu sevdiğim için ancak herhangi bir ödev duygusu olmaksızın yapıldığında da o denli ahlaksızcadır.

Kant etiğinin bir diğer maksimi (ilkesi): Hiç kimse bir amaca ulaşmak için başka bir insana araç olarak bakamaz. Bizatihi insanın  kendisi  bir  amaçtır.  İnsan onuru her şeyden önce gelir düsturudur.

Örneğin; zengin bir teyzemiz var. Ben ve kuzenim onun tek mirasçılayız. Kuzenim çok müsrif. Teyzenin müsrif kuzenime bir zaa var. Bu arada teyzemle hep ben ilgilenirken kuzen hiç ilgilenmiyor. Teyze, bir ziyaretimizde, mira eşit paylaşacağımızı, kasadaki değerli cevherleri de kuzene vereceğimi söylüyor. Ben de tamam deyip söz veriyorum. Ancak kuzen çok müsrif olduğu için ben mücevheri ona vermeyip çocuk esirgeme kurumuna bağışlıyorum. Bu örnekte, Kant’ın ahlak anlayışına göre bu ödev ahlakına aykırıdır. Çünkü ahlaki olan, teyzeye verilen zün tutulmasıdır. Bu husus, verilen zün verilen zün evrenselleştirilemeyeceği noktasında ahlakiliği engeller. Oysa bu davranış sonuçsalcı etiğe göre uygundur. Bir kişinin menfaati, hem de olaydaki gibi müsrif bir kişinin menfaati yerine toplumun çoğunun menfaati gözetildiğinden ahlakidir.




Kant bilgi felsefesinde bilginin kaynağını akıl ve deneyin sentezlenmesinden bahsetmiş, uzlaşmacı bir epistemolojik anlayışa sahiptir. Duyu verileri akıldan gelen bilgi formlarının içinde bilgiye dönüşür. Akılda a priori bilgi yoktur, akılda olan formlar    ve    kategorilerdir.

Kantın ahlak felsefesi kura tıpkı Aristotelesin erdem etiği gibi bugüne kadar gelebilmiş bir ahlak kuramıdır.

Kantın ahlak anlayışı, en iyi biçimde yararcı ahlak anlayışı ile kıyaslanarak anlaşılabilir. Yararcı ahlak anlayışında eylemin, sonuçları itibariyle değerlendirilmesi söz konusudur.

Kant bilgi alanında metafizikten tamamen kaçarken, ahlak alanında tam bir rasyonalisttir; akılda her türlü veriden önce gelene bir ahlaki bilgi var, ahlaki ilke var. İnsa insan yapan işte bu ahlaki donanımdır, önceden mevcut ilkeler ve yasalardır ki bunlar    sonradan     edinilemez.

Kanta göre ahlaki edim somut olayda bireyci bir ahlak anlayışı içinde ödev bilinciyle ve insanın özgürlüğü çeevesinde geekleşir. Birinci ilke: Öyle davran ki iradenle (akla uygun iradenle) yapacağın eyle, evrensel bir yasa olabilsin. Yani Birinci ilkeye göre somut durumda, iradi eylemimiz evrensel olarak uygulanabilirse ahlaki   olur.

İkinci ilke: İnsan aklın ve ahlaki ilkelerinin sahibi olan, onur sahibi bir insandır. Edimin öznesi de dahil, tüm insanlar hiçbir amaç için araç olamaz; çünkü insan ahlaki ayrıcağı olan özel, özgür bir varlıktır.

Örneğin; Böbrek hasta bir kız çocuğu var. Kadavralardan alınacak böbrekle uymuyor. Annenin böbreği uymuyor; babanın breği ise uygun.

Organ naklinde başarılı olma olasılığı da %100 değil.

Baba zına böbreğini vermek istemiyor. Doktordan rica ederek, özellikle eşine ve kimseye breğinin uyduğunu ancak böbreğini vermek istemeyişini açıklamamasını istiyor. Burada Kant’ın ödev etiği bağlamında şu sorular sorulabilir:



 Soru 1: Kant etiği açısından, doktorun, babanın ricasına uyup böbreğin uyduğunu ve babanın böbreğini vermek istemediğini saklaması,  bu  konuda  aileye yalan söylemesi ahlaki midir?


Cevap 1: Kant etiği duruma bağ istisnala kabul etmeyen, mutlakçıdır. Bu örnekle, bu durumda doktorun yalan söylemesi, bazı durumlarda yalan söylemektedir” biçiminde bir sonuca gider ve mutlakçı yaklaşma uymazı Kant bakımından doktorun gerçeği açıklaması, kesinlikle, ahlaki değildir!



Soru 2: Ay soru sonuçsalcı ahlak anlayışı bamından nasıl algılanır?


Cevap 2: Doktorun aileden gizlemesi, aile saadetinin bozulmasına sebep olacağı için, sonuç bamından ahlakidir.


Soru 3: Peki babanın böbreğini zına bağışlamaması Kant etiği bakımından ahlaki bir ödeve uymama anlamına gelir mi? Başka deyişe, Kant etiğinde böbrek bağışlamak ahlaki ödev midir?


Cevap 3: Kant etiği açısından, baba böbreğini vererek kendini araçsallaştırmış olur. O nedenle babanın davranışı Kant ahlakına aykırı değildir.


Soru 4: Peki, bu husus yeni yani böbreği vermek ya da vermemek evrensel bir yasa haline gelebilir mi? Başka deyişle, Kanta göre ahlaki ödev evrenselleştirilip herkese yüklenebilir olmalıdır. Böbreği vermek yönündeki ahlaki yükümlülük herkese yüklenebilir mi? Evrenselleştirilebilir mi? Yani herkes böbreğini vermek zorunda mıdır?


Cevap 4: Sevtap Metin’e göre, bu konu tartışmalara açıktır. Ancak insanın araçsallaştırılması hali burada ön plana çıkacağı için Kant etiğine uygun yanıtın, böbrek verme ödevi her insan evrensel,  yani herkese yüklenebilecek bir ödev olmağı biçiminde olacağı söylenmelidir.


Yeni Kantçılık Kant’ın özellikle insanın amaç-araç oluşu bakımından yeniden değerlendirilmesi gerektiği örneğin her eylemde aslında insanın bir yandan amaç bir yandan araç oluşu söz konusudur. Dolayısıyla, Kant’ın araç ve amaçtan bahsederken güttüğü kaydan yorumlanmamalıdır; ka olunmamalıdır. Yeni- Kantçıların araç- amaç konusundaki yorumu, bir insanın diğerinin otonomisini, seçeneklerini, iradesini elinden almamasını,  onu sömürmemesini, onun özgürlüğünü ortadan kaldırmamak yönünde  Kantın  anlaşılması gerektiğini  savunurlar.  Yani  Yeni-Kantçılar  Kantın  ka bir biçimde anlattığı ahlaki sorunu daha geniş perspektiften bakarak çözmeye çalışmaktadır.


Örnek: Ötenazi

Soru: Ötenazi Kant etiğine göre bir ahlak yasa olabilir mi? Evrenselleştirilebilir mi?

Cevap:

-       Burada doktor araç olarak kullanılır.

-      Kant etiğinde duygusal saiklerle davranmak ahlaki değildir. Acı ve ıstıraptan kurtulmak in yani kötü duygulardan korunma isteğiyle yapılan edim ahlaki ödev olamaz.

-       Ayca, bir insanın ne şekilde olursa olsun, (ötenazi veya intihar) hayatının sona erdirilmesi, Kant etiğine aykırıdır.

Kant etiğine eleştiriler

-         Duyulara yer vermeyişi eleştirilir.

-       İnsandan çok fazla şey talep edip onu sınırlandırdığı; insanın her ediminde, evrensellik çerçevesinde bir ahlaki muhasebeyi gerektirmesi bakımından çok talepkâr olması.


Kant’ın Hukuk ve Devlet Anlayışı

Çağının liberal devlet anlayışına uygun bir devlet anlayışı vardır. Liberal bir devletten yana. Ancak Kant, liberal devlet anlayışı bakımından, Hobbes ve Locke arasında bir yerde durur.

Kant da devletin ortaya çıkışını, bir toplum sözleşmesi ile ıklıyor. Bu anlamda o da bir toplum zleşmecisidir.

Devlet Kantta zorunlu olmayan yapay bir olgudur.

Kant’ın doğal durum tasviri tıpkı Hobbes gibi kötümserdir. Yani insanlar eşit ve özgürdür, ancak sürekli bir savaşım ve karmaşa vardır. İnsanlar bu savaşa son vermek için aralarında bir zleşme yaparlar. Kant doğa durumunda Hobbesa benzer.

Ancak devlet kurulduktan sonra, Hobbes’tan uzaklaşır. Devlette yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerinden ay olduklarını savunmaktadır. Hatta yargıya, yasama ve yürütmenin müdahale etmemesi gerektiğini savunur; ancak yargı mensuplarının yürütme tarafından seçilmesi konusu tek istisnadır.

Kant, Hobbes’dan hak ve özgürlükler konusunda da uzaklaşır. İnsan doğa durumundan sonra da, haklarına ve özgürlüklerine sahiptir; egemene, devlete hak ve özgürlüklerin devri söz konusu değildir.

Kantı liberal yapan özelliklerinden ikisi:

Kant’a göre en iyi yönetim biçimi cumhuriyettir. Kant mülkiyet hanın önemli bir hak lduğunu da savunur. Bu bakımlardan da Hobbes’dan ayrılır.

Ancak Hobbes’a benzediği bir başka nokta daha vardır: Halka aktif direnme hakkının tanınmamasıdır. Kant Hobbes’ yaklaştığı yerlerde Locke’dan uzaklaşır.

Kant zen yanlısı olup zene vurgu yaptığı için asla bir aktif direnmeyi varsaymaz. Kant’ın liberalizmden uzaklaştığı haldir bu.



Kant’ın Hukuk Düşüncesi

Kant, hukuk düşüncesi bakımından dualisttir. Olan” ve Olması gereken” hukuk yaklaşımı, tıpkı Platonda olduğu gibi, Kantta da vardır.

Doğal hak ve özgürlükler, doğal hukuk, pozitif hukukun üstündedir ve pozitif hukuku yapanla bağlayan bir konumdadır. Pozitif hukuk doğal hukuka uygun olmak zorundadır. Ancak, pozitif hukuk, doğal hukuka uymağında dahi aktif bir direnme yoktur. Bu durumda sadece şikayetçi olmakla yetineceğiz; çünkü, aktif direnme, tıpkı Hobbesta olduğu doğal durumun karmaşasına yol açabileceği için, Kant’ın anlayışında yer bulmaz. Düzen fikri Kant’da çok daha önemlidir.


 Not: Aslında doğal hukuuların Kant benzeri direnme hakkına yer vermeyişleri Sokrates’ten beri vardır. Bu doğal hukukun statükocu bir konum alışıyla da ilgilidir.

Kant’ın hukuk ile ilgili ikinci önemli vurgusu hukuk ile ahlakı ayırmasıdır. Hukuk ve ahlakın birbirinden nasıl ayrıldığını Kant en iyi biçimde gösterir.

Hukuk ile ahlak birbirinden etkilenseler de ayrıdırlar. Ahlak  otonomdur. İnsan ahlak alanında özgürdür. Kendi yasalarını (birinci ve ikinci ilkeler bakımından) kendisi koyar. Yani kurallar kişinin kendisinden gelir. Yani kura koyan bireydir.

Ahlaki olarak kendi koyduğumuz kurala uymadığımızda, sorumlu olduğumuz makam yine kendimiz olmakta. Bu sorumluluk yaptırım yine kendimizden gelir.

Hukuk heteronomdur. Hukuk yasasını koyan ile ona uygun davranma zorunda olan, ahlakın aksine, ay makamlardır. Kura bir dış güç, dış makam koyarken, kurala bu makamın dışında yer alanlar uymalıdırlar.

İkinci olarak hukuka aykırı davranıldığında sorumlu olunan makam, yargılayan makam da dışarıdan gelir. Yaptırım da vicdan aza değil, şiddet ve cebirdir.

Peki, Kant’a göre hukukun önemi nerden gelir?

-    Hukuk ile bir kimsenin özgürğü başkasının özgürlüğü ile uzlaştırılır ve başkalarının saldırılarına karşı bu özgürlükleri korumak.


-     Bu koruma ile kişinin özgür bir varlık olarak otonomisi de korunur.

-   Ahlak alanı hukuk alanından çok daha fazla yükümlülük doğurur ve Kant’a göre hukuk yasaları ahlaki ödevlerle, onların somutlaştırılması ile ilgilenmez. Hukuk ahlaka oranla çok daha dar bir ala zenler. Böylece Kant’a göre hukukun yaptığı zenlemeler ahlaki yükümlülük doğmazken, hukuk ile ahlak kuralla da zenlenemez. Örneğin; Kant intiharı ya da ötenaziyi ahlaken yanlış bulmaz ancak hukukun bunu zenlemesine karşı çıkmıştır. Bu salt ahlaki bir sorundur ve hukuk bireyleri bu konuda özgür rakmalıdır.

-   Şu da söylenmelidir ki, hukuk kurallarının ahlaki göndermeleri yok değildir. Örneğin; mahkeme önünde yalan söylemek hukuken ve ahlaken uygun değildir.


Ancak, hukuk bu ahlaki konuları çok sınırlı ve belli bir çerçevede ele almaktadır. Yani, bir yasa koyucu bir konuyu hukuki ödev haline getirmeyi ahlaki kaygılarla yapamaz;  yapmamalıdır.


-    Kanta göre, hukukun yaptırım gücünden korkarak yapılan edimler ahlaki değildir. Çünkü saikimiz yaptırım sonucu belirlenmiş olur. Oysa hukuk, sınırlı kimi konularda ondan korkarak ya da onu benimseyerek uymamızı önemser; bunun dışında ise hukuk saiklerimizle ilgilenmez. Hukuk ile ahlakın birleştiği en önemli nokta ise, ahlaki bir değer olan adaletin hukukun amaç olarak yöneldiği bir değer olmasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder