3 Aralık 2013 Salı

Hukuk Felsefesi Ders Notları - 1



Hukuk Felsefesi 2013-2014 Öğretim Yılı (Güz)


DERS NOTLARI (1)

Doç. Dr. Sevtap Metin
Yard. Doç. Dr. Ülker Yükselbaba




Felsefe üç bölümde ele alınır. Bölümler ve sorunla şunlardır: Ontoloji:   Hukuk   nedir?
Epistemoloji: Hukuksal bilginin imkâ

Aksiyoloji: Hukukun yöneldiği bir değer olarak adalet.



ANTİK YUNAN


Ba felsefesinin temellerini Antik Yunanda bulmak mümkündür. Denir ki, hiçbir felsefi sorun yoktur ki, Antik Yunanda tartışılmış olmasın.

Sofistler


Sofistlerin Özellikleri

Asıl katkıları / etkileri epistemoloji alanında olmuştur. Bilginin kişiden kişiye değişebilir ve öznel oluşu en önemli düşünceleridir.

Protagoras: İnsan her şeyin ölçüsüdür; var olanların varlıklarının da, var olmayanların var olmadıklarının da. Bu söz ne kadar çok insan varsa o kadar çok da hakikatin olduğunu, böylece, evrensel, nesnel ve genel geçer bir hakikatin mümkün olmağını ima ederek nihilizme temayüllüdür.

Buradaki insan tekil bir varlık olarak insandır. Yani genel geçer bir insanlık kurgusundan ziyade, birel varlıkla ile insanlar bilgileri ile birden çok hakikati gösterirler.

Sokratese göre, sofistler Bilgi tüccarlarıdır. Sofistler, insanlara diğer insanları nasıl etkileyeceklerini öğretmektedirler. Bunun ekonomik ve siyasal  bir zemine dayandığı söylenmelidir. Sofistlerin yaşağı dönemde doğrudan demokrasi uygulamala geçerliydi ve siyasi kararlar ile yargısal kararlar halk meclislerinde alınıyordu. Bundan dolayı insanların iktidar sahibi olabilmeleri, ancak bu meclislerde diğer insanla ikna edebilmeleriyle mümkündü. Sofistler de bu hitabet konusuna hakimdiler. Ekonomik olarak ise, yeni gelişen tüccar sınıfın iktidar da söz sahibi olmak gibi bir kaygısı vardı. Onlar da sofistlerden hitabet dersleri almaya ihtiyaç duyuyorlardı.

Bu ekonomik ve siyasal konjonktür sofistleri ön plana çıkarıyor ve onların felsefi konumlarının zeminini hazırlıyordu. Yani, hakikat, diğer insanları yönetebilmek için ikna edici kimi düşüncelerden oluşuyordu ve bu düşünceler başka bir hatibin ikna yeteneği sayesinde yerini başka bir hakikate rakabilirdi. Sofistler, böylece, adil olanın, iyi olanın, hep iktidar sahiplerinin iradesine uygun gerçekleştiğini ve yine bu bakımdan aslında bu değerlerin / kavramların iradi olarak ve nesnellikten, evrensel genel geçer oluştan bağımsız olarak varolduklarını ileri sürdüler. Hakikat, böylece, sofistlere göre, yoktur! Bu, ne kadar insan varsa o kadar bilgi vardır ve genel geçer, evrensel bir bilgi mümkün değildir noktasına varmaktadır. Sofistler bu anlamda kuşkuculardır.

Hiçbir şey var değildir, var olsa bile bilinemez, bilinse de aktarılamaz düşüncesi ile nihilizme varılır.

Böylece hakikati aramaya gerek kalmamaktadır; çünkü, hakikat değil, hakikatler vardır. Bu hakikatleri belirleyen de fayda ölçüsüdür. Yani hakikat, bize yararlı olandır. Bize iktidardan pay almayı sağlayandır. Bunun dışında hakikati aramanın bir anlamı ve gereği yoktur.

Sofistlerin düşünceleri sadece epistemoloji ile sınırlı değildir. Örneğin, ahlaki, siyasal ve dini değerler de bireysel ve görelidir. Ne kadar insan varsa o kadar ahlak vardır.

Bu durumun hukuk ve adalet alanında da yansımaları vardır. Sofistlere göre yasa, güçlünün işine gelendir. Egemen sınıf yasayı yapar ve işine gelen bir adaleti yönetilenlere satar, onla ikna eder.

Sofistlerin bu düşüncesi Sokratesi ve Platon’u önemli derecede etkilemiştir. Sofistler, devletin ve hukukun kaynağı bakımından ikiye ayrılırlar:
İlk Grup: Devlet bir toplum zleşmesiyle var olur. Devlet çatısı altındakiler bu zleşmeye uyarlar. İkinci Grup: Sofistlerin çoğunluğunu oluşturan bu gruba göre devlet      güçlülerin        devletidir.        Hukuk      ve     adalet      böyle      bir     iktidar       oyununun parçalıdırlar.

(Hoca derste, Thracymakhos ile Sokratesin diyaloglarını kürsüye çıkardığı öğrencilere okuttu)

Sofistlerin olumlu ve olumsuz yanları

İyi: Bilgiyi topluma yayma ve demokratikleşmeyi sağlamaya yönelmişlerdir.

İyi: Antik Yunanda bireysel değerleri ve bireyciliği ortaya koyan tek grup bunlardır.

İyi / Kötü: Sofistler eleştirmiştir. Ancak bu eleştiride yıkıcılık varken yıkılan şeyin, değerin, kurumun yerine yeni bir şey kurmamışlardır.

Kötü: Bilgi olanaksız ise bilim de, felsefe de boş şeyler haline gelir; buradan da nihilizme varılır.

Kötü: Amları insanları tartışma ne olursa olsun bu tartışmayı kazanmaya yönlendirmektir. Böylece kötüyü ikna yoluyla iyi gibi göstermeye yol açılmıştır.

Sokrates


Sokratesin ünü, bir sistem kurmasından gelmez; bir sistem kurup kurmadığı belirsizdir.

Sokratesi hep Platon’dan dinleriz.

Sokrates gençleri fikirsel olarak baştan çıkarmak nedeniyle doğrudan demokrasi koşullarında halk meclislerince mahkum edilmiştir. Halk meclisinde savcılık yoktur ve dileyenler dilediklerini itham ederek suçlayabilmektedir.

Sokrates hep uyduğu ve adaletsiz de olsa zen için savunduğu yasalara uymamanın kendisi ile çelişmek olarak görüleceği için kaçırılmasını sağlamaya dönük teklifleri reddeder.

Sokrates tarihteki ilk sivil itaatsizlik eyleminin faili olarak kabul edilir. Ancak zeni savunmak için ölümü göze alan Sokrates nasıl olur da sivil itaatisizlik eylemcisi olarak kabul edilebilir?

Bugünkü derste bu çelişki ve sivil itaatsizlik kavra üzerinden Sokrates anlatılacaktır.

Sivil itaatsizlik, bugün hukuksal çerçevesi çizilen ve içinde yasaya aykırılığı barındıran bir prosedürdür.

Sivil itaatsizlik: Devletin ve / veyyasanın haksız uygulamalarına karşı üçüncü kişilerin bilebileceği şekilde

-          Şiddet ermeyen,

-          Kamuya açık ve aleni

-          Yasa ihlalleridir.

Burada yasaya doğrudan ya da dolay karşı gelme söz konusu olabilir.

Sivil itaatsizlikte sistemin bütününe ya da anayasal zeni yıkmaya yönelinmez. Bilakis, devlet ve / veya yasalar tarafından anayasaya ve hukuka aykı işlem ve eylemlere kalkışılır.

Alenilik: sivil itaatsizlik eylemlerinin gizli olmayıp kamu tarandan bilinebilir ve anlaşılabilir, açık olmasıdır.

Sivil itaatsizlik eylemlerinde üçüncü kişilere zarar verebilecek şiddet unsurlarına yer yoktur.

Sivil itaatsizlik eylemlerinde eylemin politik ve hukuki sorumluluğunun üstlenilmesi gerekir. Hukuksal sorumluluk konusunda ise iki görüş vardır. Birinci görüşe göre, sivil itaatsizlik eylemleri ile yasaya karşı gelen, hukuka aykırılığın sorumluluğunu da kabul etmiş, üstlenmiş sayılır. İkinci görüşe göre, sivil itaatsizlik eylemi meşru olduğu için herhangi bir sorumluluk doğmayacağı yönündedir.

Vicdani ret bireyselken, sivil itaatsizlik kamu vicdanına ve ortak adalet inancına yönelen kolektif bir çağrıdır.

Yasadışılık, alenilik, kamu vicdanına çağrı, hesaplanabilirlik ve hukuksal sorumluluğun kabulü bakımından Sokrates olayı bir sivil itaatsizlik olarak yorumlanabilir. Atina yasalarına ve tanrılara karşı gelen, halkı düşünmeye çağıran, amacı belli ve sonunda hukuksal sorumluluğu kabul eden (sitenin tümüne yönelen bir eleştiri olma bakımından sivil itaatsizliğe benzemese de) Sokrates olayı sivil itaatsizliğe örnektir.

Burada şu önemlidir. Sokratesin aristokrat oluşu ve aristokrasiyi savunması, içinde bulunduğu doğrudan demokrasi koşullarını tehdit ettiği için, yok edilmesine sebep olmuştur.

Epistemoloji

Sokratesin epistemolojik duruşu, bilginin ve hakikatin imkanına yönelen bir güzergahtadır. Sokratesin karşısında durduğu epistemolojik görüşler, evrenin sürekli değen bir yapıda olması, öznenin varlığının ve hakikatin genel geçer olmayışı gibi düşüncelerdir.

Sokrates Bildiğim tek şey, hiçbir şey  bilmediğimdir” derken sofistlerle birleşir. Varlık ve evren hakkındaki bilgilerimizin değişebilir niteliğini, bu nedenle de sağlam ve değişmez bir bilginin olamayacağı kabul noktasında sofistlerle ayfikirdedir.

Ancak, Sokratesin sofistlerle ayrıştığı nokta, ahlak ve siyaset alanında genel geçer, nesnel, herkesi bağlayan hakikatlerin varolduğunu ve var olabileceğini savunmasındadır. Doğru ve sağlam bilgi sadece ahlak ve siyaset alanında geçerlidir.

Sokratesin hakikate ulaşmada kullandığı yöntem diyalogdur. Diyaloğun niteliği, doğru bildiğimizi sandığımız şeyleri aslında bilmediğimizi göstermektir. İyilik, adalet gibi değerler hakkında farklı insanlar farklı görüşler ileri sürüyorsa, bu, o konular hakkında bilgisiz oluşumuzdan kaynaklanmaktadır.

Sokratesin diyaloğunda 2 aşama vardır:

1.      İroni: Bir kavra iyi bildiği düşünülen bir kişiyi alaya ağ, onun o kavra bilmediğini, ona sorular sorarak, göstermek.

2.      Doğurtma: Sorular ile o kavra bilmediğini gösterdiği kişiye, kavramla ilgili tanımlar oluşturtma evresidir. Bu evre de sorulardan oluşur. Kavramlar üzerinde doğru bilgiyi oluşturmaya, doğurtmaya çalışır.

Sokrates’in yöntemi, diyalog olarak adlandırılmalıdır. Marksizmdeki diyalektikten farklıdır. Sokrates doğru ve sağlam bilgiye ulaşmayı hedeflerken


 Marksizmde  bilgi  hareket  halindedir.  Sokrates  idealist,   Marx   materyalisttir. Sokratese göre, hakikatler doğuştan zihnimizde mevcuttur ve onun yaptığı bu bilgilerin açığa çıkarılması, doğurtulmasıdır. Marksizmde ise bu idealizme karşıtolarak, bilginin kaynağı maddedir. Sokrates’te senteze ulaşıldığında işlem tamamdır. Marksizmde ise sentez nihayet değildir; sentezden sonra da hareket devam etmektedir.

Hukuk

Sokrates hukuk düşüncesinde, kmi sofistlerin hukuku güç ilişkilerine bağlamalarına karşın, pozitif yasaların üzerinde ve onları bağlayan, insan yapımı olmayan, hep var olan bir üstün hukuktan bahsetmektedir: Doğal Hukuk. Sofistler olandan hareketle hukuku tanımlarken teslimiyetçi bir çizgide gitmektedir. Sokrates ise, pozitif yasaların doğal hukuka uygun olma gerektiğini söylemekle yetinmemiş, olma gereken’e yönelen bir mücadeleyi de gündeme getirmiştir.


Platon


Platon, rasyonalizmin Antik Yunandaki en önemli ismidir. Doğuştan gelen bilgi akıl yoluyla kavranarak elde edilir. Sofistlere karşı düşünceler üreterek felsefesini kurmuştur.

Site önce, Platonun yakın akrabalarının ki bunlar aristokrattı, yönetimindeyken (aristokrasi), demokrasi ile aristokratlar ,kt,dardan iner ve hoca Sokrates demokrasi’de öldürülür.

Bunu ardından Platon İtalyaya gidiyor. Burada ideal devletinin kurulma için mücadele ediyor. Ancak başarılı olamayınca Atinaya yor. Atinaya dönerken korsanlar tarafından kaçırılıyor ve köle olmaktan bir Atinalının onu tanıması sayesinde kurtuluyor.

Platon Atina’ya dönünce Akademiyi kurar. Akademi’nin kapısında Matematik bilmeyen buraya gelmesin” yazmaktadır. Bu da onun akla ve rasyonalizme verdiği önemi gösterir.

Platon Devlet” adlı eserinde idealindeki ütopik devleti anlatmaktadır. Bu devlette üç sınıf vardır:

-          Üreticiler: Toplumun en geniş kısmıdır. O nemde üreterek, emek ile ücret alanlar aşağı bir tabaka olarak görülmektedir.

-          Koruyucular  (Savaşçılar):  Sitenin  içte  ve  dışta  güvenliğini  sağlarlar.
Dışarıda düşmanlara, eride yasalara aykırı davrananlara karşı siteyi korurlar.

-          Yöneticiler: Platona göre toplumun en seçkin, eğitilmiş kesimi olan filozoflar yönetici olmalıdır. Çünkü en büyük erdem olan bilgiye filozoflar sahiptir: Filozof Kral. İyi savaşçıların eğitilerek yönetici olmaları da mümkündür.

Platona göre sınıflar arasındaki geçiş, alt tabakadakilerin üstün bir yetenek ve zekaya sahip olma durumunda mümkündür.

Yöneticilerin mayasında altın, koruyucuların mayasında gümüş, üreticilerde ise mayayı demir ve bakır oluşturur. Yani Platona göre, sınıfsal konumlar yaradılıştan ve kalıtsal biçimde gelir. Bu nedenle sınıflar ara geç çok ama çok zorlaştırılmıştır. Bu noktada Platon öjenizm”in ilk isimlerinden sayılır.

Platon bu iddiasını sınıflar arasında evliliğe de sıcak bakmayarak sürdür. Yani altın ile altın, gümüş ile gümüş evlenmelidir. Platon evlenecek yaşa gelmiş olanlar arasında (ayarlanmış) bir kurayla evliliğin yapılması gerektiğini ifade ederek bu durumu yumuşatmaya çalışır; ancak kura aslından gerçek bir kura değildir, zira ayarlanmış ve hilelidir.

Adalet

Platona göre her sınıfın kendine şeni yapması ve orada kalma halinde adil bir devlet kurulabilir. Organizmacı düşünce toplumsal formasyon ile insan bedenini benzeştirir. Üreticiler toplumda mideye, sindirim sistemine (yani ellere, ayaklara, cudun belden aşağısına) denk gelir. Savaşçılar toplumun kalbidir; çünkü, her sınıfa karşılık gelen erdemler vardır ve kalp cesaret erdemini temsil eder. Üreticiler ölçülülüğü,  itidali  temsil  eder.  Zira  üretirken  ölçülü  olmalılardır.


Yöneticilere denk şen erdem ise akıl ve bilgidir; organ olarak beyinde temsil olurlar. Sofistlerin aksine, iktidarı elinde tutanlar güç olanlar değil, toplumun iyiliğini düşünen bilgelerdir.

Platona göre iyi insan, ahlaken iyi vatandaşa eşittir ve tüm sınıflar kendi erdemleri doğrultusunda davranırlarsa ahlaklı davranmış olurlar.

Platonun devlet ütopyasında eğitim çok önemlidir. Ancak “Devlet” eserinde özel mülkiyet ve aile üzerinde daha çok durur. Savaşçılar ve yöneticiler için özel mülkiyet yasaktır; çükü onların hamurlarında zaten bulunmaz nimetler vardır. Onlara özel mülkiyet verilirse kamunun çıkarını değil kendi çıkarlarını düşünürler. Kadınlar ve çocuklar, dostlar arasında ortaktır. Bu iki nıfın evlilikleri serbestçe yapılamaz; devlet, soyun ısla için evlilikleri zenlemelidir. Kadınlar, iyi bir eğitim ardından, kamusal   hayatta    yer   alabilirler.

Platonun İtalya’da geekleştirmeye çalıştığı devlet bu ütopyadır. Platon bu ütopyanın imkansızğını görünce, yaşlılık neminde Yasaları yazar. Burada mülkiyet ve evlilik konusunda yumuşar. Antik Yunanda genelde olduğu üzere Platonda birey yerine toplum öne alınır.

Platon rasyonel olmasının sonucu olarak doğal hukukçudur. Yazılı yasaların üzerinde, yazılı olmayan ve daha değerli bir doğal hukuk vardır. Bu doğal hukuk ilkeleri, doğal yasalar akılda önceden mevcuttur. İyi yetişmiş ve erdemli insanlar, yazılı hukuk kurallarına ihtiyaçla olmadan da barış içinde yaşayabilirler.

Yasalar’da Platon yazılı yasalar konusunda da yumuşamıştır. Ancak o asıl olarak Devlet eseriyle ünlüdür.

Platon’da Epistemoloji

Platon bilgi konusunda rasyonalisttir. Sofistlerin genel ger  bilginin olmağı, yalnızca doxa’lar (sanılar)  olduğu  yönündeki  görüşlerine  episteme argümanıyla yanıt verir. Bu noktada hoca Sokratesi aşar. Sokrates siyaset ve ahlak alanında doğru ve sağlam bilgi mümkündür derdi. Diğer konularda ise ancak sanılarımız olabilir diyordu.


Platon ise doğru, sağlam ve sarsılmaz bilgiyi mümkün kılmak için iki nya ayrımı yapar: Nesneler dünyası ideler dünyası.

Duyu verileriyle gelen bilgiler bizi yanıltır diyerek Platon da sofistlere katılır. Çünkü maddesel nyada her şey değişir, kacı ve tutarlı bilgi nesneler nyasında mümkün değildir. Ancak doğru ve sağlam bilgi başka bir nyada asli ve daha iyi örneklere sahiptir. Platon bu meseleyi Mağara örneği üzerinden giderek berraklaştırır.

Mağara örneğinde, karanlık bir mağaranın içindeyizdir. Mağara, örnekte, duyular evrenini ifade etmektedir. Mağaranın dışından (mağaranın dışı idealar evrenini ifade etmektedir) eriye bir ışık zmesi  gelir.  Sırtımız,  mağaranın  ışık gelen kapısına dönüktür. Bizler mağarada (duyular evreninde) zincire vurulmuşuzdur ve dışarıdan (idealar evreninden) gelen idelerin ışığının yansımasını görmekteyiz. Mağaranın yüzümüzün dönük olduğu duvarında bir kuş gölgesi görürüz;  ancak kuşun aslı idealar evreninde ide olarak mevcuttur.

Peki, bu iki nya arandaki bağlantı nasıl kurulur?

Öğrenme anımsamaysa ve bir şeyin asıl örneği idealar evrenindeyse, iki nya nasıl olur da bir araya gelir?

Platona göre insan başlangıçta idealar evrenine aitken bedeni doxalar evrenine aittir. Platona göre insan idealar evreninden kovulmuştur; ancak idealar evreninde gördüklerini doxalar evreninde eğitim ile anımsayabilir. Eğitimin önemi, bu iki evren arasındaki bağlantıyı insanın verili varoluşundan elde etmekten gelir. Eğitim ile insan, idealar nyasındayken gördüklerini anımsar, idealar dünyasındaki varlığına ulaşır. Bağlantı eğitimle, insan aracılığıyla kurulur. Bağlantıyı kuracak olanlar, ideala dert edinen filozof azınlıklardır.

İnsanın bu idealar evreninden kovulmuş olması, Platonun Orta Çağ’da Yeni- Platoncular tarafından yeniden keşfedilmesinde önemli bir etkendir.






Nesneler Evreni

İdealar Evreni
1.    Duyularla algılanıyor
1. Akılla kavranıyor
2.   Nesneler, geek olmayanlardır.
2.   İdealar, gerçek olanlardır.
3.      İdealar evreninin gölgesi, yansımasıdır. Yaşağımız yeryüzü gelip geçicidir. Değişken nesneler vardır.

3. Nesnelerin değişmeyen, yetkin örneği. Fizik-ötesi (metafizik) evren
4.   Bunların           bilgisi doxa’lardır (sanılar).
4.  Bunların bilgisi episteme’dir.

5.   Madde

5.   Ruh

6.    Duyular yoluyla elde edilen bilgi söz konusu olup bu bilgi geek bilgi değildir; sanıdır.
6. Akıl yoluyla değişmeyenlerin, ideaların bilgisidir. Gerçek bilgi epistemedir.

7.   Deney (empirizm)
7. Akıl (Rasyonalizm)



İdealar evrenine duyulan aşk, eros’tur. Bu aşk bilgiye, hakikate dönük aşktır. Bu aşkı en çok yaşayanlar, kendilerini bilgiye, hakikate, epistemeye adayan filozoflardır. Bilgi kuramı ile siyaset felsefesi arasındaki ilişki buradan gelir. Çünkü sadece, çük bir azınlık olan filozoflar tüm toplumun çıkarına çalışacak erdeme, erosa sahiptir. İdealara, kesin bilgiye en yakın olanlar devleti de yönetmelidirler. Her şeyi bilen, vatandaşla için en iyisini yapan totaliter, müdahaleci ve babaerkil devlet tahayyülü söz konusudur. Ortak mülkiyet vurgusu Platonu ilk komünist kuramcı saymaya dahi sebep olmuştur.





Aristoteles


Klasik dönem Antik Yunan filozoflarının sonuncusu Aristoteles’tir. Platonun öğrencisidir. Platondan sonra kendi okulunu kurmuştur. Aristoteles, Platon ve Sokratesten farklı olarak, Atina değil, Makedonya’lıdır. Baba bir hekimdir. Büyük İskenderin hocağını yapmıştır.

Aristoteles Platondnn etkilenir, ancak ondan çok farklıdır. Platonun epistemolojik alizmini bırakır; Aristoteles’e göre her şey bu nyada olur. Aşkın bir idealar evrenine gönderme yapmaz. Bilginin kaynağı sadece akıl değil, hemm akıl hem de deneydir. Yani doğuştan gelen bilgilerin yanında deney ve gözlemden de bilgi gelmektedir. Bu deney ve gözlemden gelen bilgiler, aklın ilkeleri yardımıyla elde edilir. Akıl ve bilgi eşittir. Akıldan gelen ilkelere örnek, Platon’daki gibi, matematik düşünceler olabilir. Aristoteles ile Kant’ın eleştirel aklı arasındaki benzerlik dikkat çeker.

Aristoteles’te özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin olanaksızğı ilkeleri Organon (aygıt) adlı eserde geçer. Deney verileri, bu ilkelerin zgecinden geçerek, bilgi edinmemize yardımcı olur.

Artık doğru ve sağlam bilginin kaynağı akıl ve deneyin işbirliği ile gerçekleşir. Oysa Sokrates bilgileri ahlak, siyaset diğerleri; Platon ise nyala idealar doxalar diye ayırmıştı. Aristoteles bu ayrımları yapmaz. Daha çok akıl ve deneyin, akıldaki sınıflandırmalar ve ilkeler vesilesiyle bir araya gelişinden bahseder.

Aristoteles, sosyoloji, psikoloji gibi pek çok bilimle de ilgilenmiştir.

Platonun ideaları, Aristoteles’te formlara nüşür. Bir varlığı bilebilmek için algılarımız madde, form, hareket ve amaçları bakımından varlı kazanır. Örneğin, bir heykeltıraş bronz bir heykel yapmış olsun. Bu heykeli bilebilmemiz için, heykelin varolabilmesi için, maddesini (bronz metalini), formunu rneğin, insan biçimini), hareketini (heykeli var eden yontma, cilalama, kesme hareketlerini) ve amacını rneğin, estetik bir amaç) bilmemiz gerekir. Daha doğrusu, bu koşullar varlık koşullarıdır. Böylece varlık kendi içinde bir yetkinleşmeye evrilir ve bir gayeye yönelir. Madde halinden amaca giden yol yetkinleşmeyse, her varlık bir gayeye yönelmektedir. Dolayısıyla, ayrıca bir idealar evrenine gerek yoktur. Bir masa da örnek verilebilir. Bir masayı önce duyumsarım. Maddesini, formunu, hareketini ve amacını bilmeliyim. Masa idesi idealar evreninde değildir. Masayı, daha önce gözlemlediğim masalardan elde ettiğim masa idesine oturtarak bilebilirim. Yani bilgide deney ve gözlem çok  önemlidir.  Aristoteles  bu  anlamda,  olgucudur. rüldüğü gibi Aristoteles’te gaye, varlığın en yetkin şekline gidişidir. Örneğin bir tohumun nihai gayesi ağaçtır.

Aristoteles’in siyaset ve hukuk alanındaki düşünceleri de böyledir. Gerçi Retorikte çokça doğal, ideal bir hukuktan, devletten bahseder. Ancak buralarda bahsettiği ideal ve doğal hukuk ya da devlet idealar evreninden gelmez; o zamana değin gözlenebilen, deneyimlenebilen hukuklar ve devletler içinde görünen en iyi yanlar dikkate alınır. Aristoteles bu anlamda öznel değil, nsenel ve gördüklerinden hareketle düşünmektedir.

Bu nedenle bazı hukuk kitaplarında Aristoteles doğal hukukçu olarak, bazı hukuk kitaplarında ise hukuk sosyolojisti rneğin Hamide Topçulu) olarak görünür. Bu kafa karışıklığının nedeni, akla da gözleme de yer vermesinden gelir.

Aristoteles’in adalet hakkındaki düşünceleri adalet türleri bakımından önem taşır. Denkleştirici, dağıtıcı ve hakkaniyet adaleti olarak adalete üç bir ayrım uygular.

Denkleştirici Adalet

Salt eşitliktir; kafa eşitliği ya da matematiksel adalet de denir. Herkese her şeyden ay oranda! Aristoteles buna bizim gibi denkleştirici adalet demez; zeltici adalet der. Ceza hukuku bakımından ise suçu işleyen kişinin kişisel özelliklerine bakmaksızın, suç ile verilen zarar düzeltilmelidir.

Dağıtıcı Adalet

Geometrik adalettir.  Burada  kişisel  özellikler  devreye  girmektedir.  Yetenek ve toplum içindeki konum, statü önemsenir. Orantılı ve geometrik bir anlayış vardır. Herkese eşit muameleye değil, eşit durumdakilere eşit muamele  anlamına  gelir. Nimet ve külfetlerin dağıtımında kişisel özellikler dikkate alınır.



Aristoteles’in öngördüğü toplum,  bu  adalet  tasarımlarından  anlaşılacağı üzere, Platondaki kadar ka olmasa da, toplumsal bir hiyeraiye sahiptir. Tam eşitlikçi bir adalet yoktur. Denkleştirici adaletin yanında dağıtıcı adalete de yer vermesi bunu göstermektedir.


Geçen hafta Aristotelesin bilgi kura ve adalet üzerine düşünceleri anlatılmıştı. Aristoteles’in adalet tasarımlana günümüzde sosyal adalet ve prosedüral adalet eklenmiştir.

Aristoteles denkleştirici adalete zeltici adalet demişti. İkili ilişkilerde alınan ile verilen arasında bir orantısızlık varsa bu zeltilmelidir. Suç işlenmişse karşılığı ödetilmelidir. Özel hukuk ilişkilerinde, örneğin zleşmelerde tarafların aldığı ile verdiği denk olmalıdır.

Denkleştirici adalet matematiksel ya da salt eşitlik yahut kafa eşitliği de denir. Dağıtıcı adalette ise ay olanlara aynı, benzer olmayanlara ise farklı muamele edilmelidir. Odun çalan kadın ve artan oranlı vergiler (gelir arttıkça verginin de artması) buna örnektir. Aristoteles’te dağıtıcı adalet birey ile devlet ya da birey ile toplum arasında gözetilir. Servetin ve şanın dağıtımı bu ilke çerçevesinde yapılmalıdır.

Hakkaniyet Adaleti

Hakkaniyet adaleti, somut olay adaletidir. Aristoteles’e göre genel ve soyut yasaların her olaya ay biçimde uygulanma adalete aykı olabilir. Somut olayın özellikleri ve olaydaki kişlerin bireysel özelliklerine inilir ve genel ve soyut yasaların ka biçimde uygulanma ile oluşabilecek adaletsizlikler önlenmeye çalışılır. Hakkaniyet adaleti, yargıcın elinde olan bir aygıttır. Yasalar ise soyut ve genel olmak zorundadır. Bu nedenle, hakkaniyet ile denkleştirici adalet ciddi bir gerilim içindedir. Bugün adalet tarşmala bu gerilimden etkilenmiştir.

Adalet ayrımlaması, Aristotelesin sınıflı bir toplumu öngördüğünü gösterir. Platondaki kadar ka bir ayrım olmasa da, farklı sınıfların varlığı özellikle dağıtıcı adalet konusunda ortaya çıkar.

Devlet ve Hukuk

Aristotelesin bilgi kuramında her varlık dört aygıt ile açıklanmaktaydı. Devlet denen varlık da bu rt unsur bakımından ele alınmaktadır.

Aristoteles devlet ve hukuk tasarımlarını, Platon’un idealar aleminden çıkarsadığı devlet ve hukuk anlayışının aksine, o ana kadar görünen ve başka bir nyadan gelmeyen devlet deneyimlerinden ortaya çıkarmaktadır. Aristoteles’in devlet hakkındaki görüşleri Politika adlı eserinde yer alır. Unsurlara geçmeden önce denmelidir ki, Aristoteles’te devlet zorunlu bir kurumdur. Çünkü insan, doğa gereği toplu halde yaşar. Devleti bu toplu oluşun a olarak zorunludur.

Aristoteles’e göre, devletin maddesi ülke ve insanlarr. Ona göre iyi bir devlet zeninde, o devleti oluşturan insanların sayısı önemlidir. fus, zenin devamını etkilemek bakımından ne çok ne de az olmalıdır. Orta ölçekte, büyüklükte bir nüfus ve toprak parça olmalıdır (Aristoteles bu mantıkla kürtaja cevaz vermiştir).

Aristoteles’e göre sınıflar vardır; ancak sınıflar arasında da sayısal olarak uçurum olmamalı, nüfusun çoğunluğu ne yoksul ne de zengin olan orta sınıftan oluşmalıdır.

Aristoteles’e göre devletin en küçük nüvesi ailedir. Bu itibarla Platın’dan çok farklılaşır. Devlet’teki Platon aile kurumunu kabul etmezken, Aristoteles devletin çekirdeğini aile, köy, site silsilesi ile kurgular. Ayrıca, Platonun aksine, Aristoteles özel mülkiyeti de kabul eder. Çünkü öze mülkiyet, insanlara toplumsal mülkiyetten daha fazla haz verir ve onları çalışmaya sevk eder. Platondan bir başka farkı, kadınlar Platonda dostlar arasında ortak ve eğitilerek yönetici olabilmekteyken Aristoteles’te kadınlar vatandaş dahi değildir. Aristoteles köleliği kabul eder; doğanın zeni gereği ç olanlar daha zayıf olanla yönetecektir. Kölelik de bu doğal zene uygundur.

Aristoteles’e göre devlet, formu bakımından, altı tanedir. Altı tane form vardır yani altı tane devlet biçimi. Bunlardan üçü iyi, üçü kötü, bozulmuş yönetimlerdir.

İyi devlet  formları:
Monarşi, Aristokrasi,
Politi (Politea, Cumhuriyet)tir.

İyi devlet yönetimlerinde ortak özellik, yönetimi elinde bulunduran iktidarın ortak iyiyi gözetmesindedir. Toplumsal iyinin gerçekleşmesi için yasalara uygun yönetim sergilenmelidir. Yani ortak iyi ve yasalara uygunluk bu üç tipin ortak özelliğidir.

Monarşi’de iktidar tek kişinin, Aristokrasi’de belli bir zümrenin, Politi’de ise orta sınıfı oluşturan halın yönetimde bulunması söz konusudur.

İyi yönetim biçimlerinin bozulmuş halleri ise:

Monarşiden                           Tirani (Despotizm) 
Aristokrasiden                       Oligarşi
Politiden                                 Demokrasi (ya da Demogoji)


Monarşi ve Aristokraside yönetimi elinde tutanlar toplumsal iyileri ve yasaları gözetmezse dönüşüm oluşur. Politide ise yöneticiler orta sınıftan yoksullara kayarsa  yoksullar  toplumsal iyiyi ve yasaları gözetmeden yönetirler.

Aristoteles üç iyi yönetim biçiminden en iyisinin o toplumun yapısına hangisi daha çok uyuyprsa o olduğunu söyler. Yani, tüm toplumlar için geçerli olacak belli bir en iyi yönetim biçimi önermez. Aristoteles burada da ideallerden hareket etmez; toplumun yapısını önemli kılar.

Aristoteles’e göre devletin hareket unsuru, yurttaşlardır. Aristoteles  devleti önce aile, sonra köyden hareketle kuran yurttaşla hareket unsuru olarak alır.

Aristoteles’e göre devletin amaç unsuru insandır. Devletin ve siyasetin amacı, nihai gayesi, insanların mutluluğu, erdemli vatandaş yetiştirilmesi ve insanın kendi doğasını, yeteneklerini gerçekleştirmesinin sağlanarak insanın yetkinleşmesidir. Yani devletin amacı insana yöneliktir. Görüldüğü gibi, Aristoteles’te de Platon’daki gibi, siyaset ve ahlak içe girmiştir.

Hukuk

Aristoteles hem doğal hukuku hem de pozitif hukuku önemser. Aristoteles için kimi kitaplarda Sokrates ve Platon gibi doğal hukukçu denmektedir. Retorik kitabı, doğal hukuka verdiği önemi gösterir. Ancak Aristoteles’in doğal hukuku Sokrates ve Platonun doğal hukuklarından farklı olarak, idealardan değil, gözlemlerden ortaya çıkarılır. Yani doğal hukuk idealize edilmemiş, çeşitli hukukların ortak ve iyi özelliklerinden hareketle  kurulan  pozitif  hukuk  temellidir.

(Hocaya göre, Aristoteles aslında, bu nedenle, bir doğal hukuudan ziyade pozitivist sayılmaya uygundur)

Erdem Ahlakı

Aristoteles’in ahlak görüşleri de bugüne kadar ulaşmıştır. Aristoteles’in ahlak anlayışı erdem ahlakı”dır. İnsan davranışının nihai hedefi mutluluktur. Ancak bu mutluluk, Epikürün hazcılığı gibi değildir. Bir anlık mutluluk değil, erdemli ve ahlaklı bir karaktere sahip olmanın insana vereceği sürekli bir huzur söz konusudur.

Aristoteles neyi yapmalıyım / yapmamalıyım biçimindeki ahlak felsefesi sorusu yerine, nasıl yaşamalıyım sorusuna yönelir. Yani anlık pratikler değil, yaşam boyu ren bir karakter önem taşır. Aristoteles’e göre sürekli olarak ahlaken doğru olanı yapma yeteneği sağlanırsa, erdemli olunur. Aristoteles ahlakı, daha ziyade orta yaş ve sonrasına hitap eder. Çünkü ahlaklı ve erdemli karakter ancak eğitimle kazanılır ve eğitim bu yaş dönemine tekabül eder. Oysa genel ahlak felsefesi neyi yapmalıyım / yapmamalıyım ründen sorularla anlık pratiklere yönelir.

İnsanın gayesi, erdemli bir karaktere sahip olmak bakımından kendini yetkinleştirmektir.

Aristoteles pratik ahlak felsefesinin ne yapmalıyım sorusuna ikincil düzeyde önem verir. Bu konudaki düşüncesi altın orta kuralıdır. Yani pratikte, iki aşırı davranış biçiminden kaçınıp, ortada yer alan davranış seçilmelidir. Yani, aşırılıkların ortasında yer alan davranışta bulunulmalıdır. Korkaklık gözü karalık iki aşırı davranıştır. Biz ise bu ikisinin ortasını ahlaki davranış olarak alabiliriz. Anlaşılan Aristoteles genel ortacı felsefesini, ahlak alanında da ortaya koyar.





Epikuros


Epikurosun düşüncelerini besleyen iklim. Artık site, Büyük İskenderin fethi ile yunan siteleri çöküşe geçmiştir. Sokrates, Platon ve Aristoteles’in ayakta tutmaya çalıştığı site ortadan kalkmaya yüz tutmuştur. Aslında bu reç sofistlerden beri yaşanmaktaydı. Epikuros ve sonrasındaki Stoacılar, bu iklimin ürünüdür.

İnsanların çoklukla bağlandığı değer olan site yıkılınca Epikuros insanlara yeni bir değer, yeni bir dayanak sunmayı amaçlamıştır.

Epikuros varlık teorisi bakımından materyalist; bilgi teorisi bakımından duyumcu; ahlak teorisi bakımından hazcıdır.

Varlığın ve varolan her şeyin varlık  sebebi  madde  ve  onu  oluşturan atomlardır. Maddeyi oluşturan atomlardaki nicel değişmeler maddenin niteliğinde de değişim yaratır. Maddenin  niceliğinin  değişmesinin  niteliğinin  değmesine  yol ması olgusuna Marksizmde de rastlanır.

Epikurosta nicel değim rastlantısal olduğu için, atomlardaki değişmeler rastlantısal olduğu için nitelikteki değişim de rastlantısaldır. Buradan insanın özgür değişimi anlayışına ka ılmaktadır.

Epikurosta hiçbir şey yoktan var  edilmez.  Tamamen  materyalisttir;  evreni Tanrı yoktan var etmemiştir.

Ahlakta Epikuros hazzı arttırmak, acıyı azaltmak biçiminde söylemlere sahiptir (Bu, bir hedonizme ve yararcılığa dönüşecektir ileriki çağlarda). Nihai amacı acıyı azaltmak ve hazza yönelmektir. İnsanın mutlu olma için acı ve ıstıraptan uzaklaşmasını öngörür. Ancak Epikuros maddi hazlarda aşırıya kaçıldığında da acı ve ıstırap ortaya çıkar diyerek hazda aşırıya kaçılmamalıdır düşüncesini de savunur. Yani Epikurosun mutluluğu acı ve ıstıraptan kaçmak, hazda ise ölçülü olmaktır.

Epikurosun bu düşüncesinin oluşmasında kişisel hayatında yaşadığı hastalıklar ve çektiği ağrılar rol oynamıştır.

Epikurosa göre, siteye bağlılığından dolayı kendini gören bireyin yerine, site ve kamusal hayatla bağlarını zayıflatan birey geçmelidir. Mutlu olmak için, insanın kendisine zarar veren siyaset ve kamudan bağları koparılmalıdır. Ayrıca, aile de acı ve ıstırap verir. Aileden de uzak durulmalıdır. Epikurosa göre insanların en büyük acı ve ıstıra kaynaklarından olan Tanrı ve ölümden korkulmamalıdır. Epikuros ateist değil, deisttir. Hiçlikten hiçbir şey doğmaz derken uzaklaştığı Tanrıyı tamamen reddetmez: Tanrı vardır ancak bu nyanın işlerine karışmayan, kendini insanın dertleriyle sıkıntıya sokmayan bir Tan mevcuttur.

Ölümden sonra da insan bedeni çürüyeceğinden ve yeniden dirilip ıstırap çekmeyeceği için ölümden de korkmamalıyız. Ben varken ölüm yoktur; Ölüm varken de ben yokum!; Tanrı nyayı yaratıp bir saat gibi onu kurdu ve gerisini bıraktı.” Diyerek bu düşüncelerini ifade etmiş olur.

Hukuk

Epikuros devletin ve hukukun kaynağını insanların kendi aralarında yaptığı bir zleşmeye bağlar. Bu anlamda toplumsal zleşmecidir. Ne Platon gibi organizmacı ne de Aristotelesteki gibi kapa bir devlet anlayışı vardır. Devlet, Aristoteles’in aksine, zorunlu bir kurum değildir. İnsan eliyle kurulmuş bir aygıttır. Toplumsal zleşmeden önce insanlar bir doğal zende yaşamaktay ve birbirlerine zarar verebiliyordu. Yaptıkla zleşme ile insanlar, doğal olmayan aygıtlar olarak devleti ve hukuku yaratmışlardır.


Demek ki hukuk da insanların acı çekmemek, zarar görmemek için aralarında yaptıkları bir sözleşmenin ürününden öte bir şey değildir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder