20 Aralık 2013 Cuma

Hukuk Felsefesi Ders Notları - 8

Hukuk Felsefesi 2013-2014 Öğretim Yılı (Güz)


DERS NOTLARI (8)

Doç. Dr. Sevtap Metin
Yard. Doç. Dr. Ülker Yükselbaba



John Rawls (1921-2002)


Rawls, liberal Amerikan geleneği içinde siyaset ve hukuk felsefecisi olarak önem taşımaktadır.

Rawls’un derdi nedir?

1.    Liberal bir zen içinde çoğulcu bir toplumda insanlar barış ve huzur içinde nasıl yaşayabilir? sorusu onun derdidir  Rawls’un.  Çağımızın  liberal toplumunun ihtiyaçlarına cevap verme arzusu var.

2.      Adalet sorunuyla ilgili olarak, kaynakların, zenginliklerin toplumda nasıl dağıtılması gerektiğine dair bir derdi de var.

Rawls, günümüz liberal zenin içinde kalmak kaydıyla, yapılacak kimi revizyonlar ile çoğulcu ve barış içinde bir arada yaşamanın nasıl mümkün olacağını ve toplumsal kaynaklarının nasıl dağıtılacağını düşünür. Ama koşul, liberalizmin sınırlarında   gerçekleştirmektir.

Rawls bu düşüncelerini bir toplum zleşmesi ile tevrize etmiştir. En önemli eseri A Theory of Justice’tir. Klasik toplum sözleşmecilerinden ayrıldığı noktalar da vardır. Yeniçağ toplum zleşmecilerinden ayrıldığı nokta, Yeniçağ toplum zleşmecileri genellikle devletin ortaya çıkışının nalını ve iyi bir yönetimin nasıl olma gerektiğini kuramlaştırmışlardır. Bu toplum zleşmecileri Kant ile bitmiştir.

Rawls’un toplum zleşmesinde amaç ise, devletin nasıl ortaya çıktığı ve iyi bir yönetim değil; farklı kimliklerde ve tanımlarda olan insanların liberal ve çoğulcu bir biçimde bir arada yaşamalarının ve adaletli bir dağılımın yapılmasına dair ilkeler olmasıdır.

Rawls’un bir başka özelliği, Anglo-Amerikan sistemi içinde olsa da, yarara daya olmayan bir devlet teorisi inşa etmek olmuştur. Yararcılık en fazla insanın en büyük mutluluğunu amaçlar. Oysa Rawls’a göre, bu yararcılık toplumun azınlıkta kalan kesimlerinin çoğunluğun yara için azınlığın araç edilebilmelerine yol açabilir. Bu itibarla Rawls Yeni Kantçıdır. Yani Kant’taki gibi insanların  herhangi  bir biçimde araç olmamala gerektiği düşüncesindedir.


Rawls Anglo-Amerikan düşüncesindeki yararcılığı eleştirmektedir. Austin, egemenin koyduğu yasaların en fazla sayıda insanın en büyük mutluluğunu sağlamasına dayanmaktaydı. Oysa Rawls’a göre bu bakış açısı, azınlık gruplarının dışlanmasına ve ayrımcılığa uğramasına yol açmaktadır. Yararcılık, bireyin faydasını genel faydaya feda etmektedir. Oysa Rawls’a göre bu, asgari ahlaki ilkeler gözetilerek geekleştirilecek bir toplum zleşmesi fikri ile sağlanabilecektir.

Rawls’un toplum zleşmesi, klasik toplum sözleşmelerinin aksine, sadece liberal, bireyci, demokratik ve çoğulcu bir adalet teorisi oluşturmaktar; devletin oluşumu ya da özelliklerini teorileştirmez.

Rawls’un toplum zleşmesi, klasik toplum zleşmeleriyle ortak yanlara da, elbette, sahiptir.

Doğal yaşama dönemi: Toplum sözleşmesi yapılmadan önceki durumdur. Rawls bu duruma orijinal durum” ya da başlangıç durumu” demektedir. Peki, toplum zleşmesi yapılmadan önceki bu başlangıç durumunda insanların vaziyeti nedir?

Rawls’a göre başlangıç durumunda bireyler eşit, özgür ve akılcıdır (yani hesap kitap yaparlar). Hobbes’un aksine, Rawls kötümser değildir. Başlangıç durumundaki kişilerin birçok bilgiye ulaşmalarını engelleyecek bir peçeleri vardır: Cehalet peçesi (veil of ignorance). Bu peçe sayesinde şu bilgileri bilmemiz engellenmiştir:

-          Bireylerin toplumsal konumları, statüleri ve rolleri

-          Bireylerin doğal yetenekleri

-          Belirli bir iyi kavra

Yani bireyer kadın ya da erkek, yönetici ya ad yönetilen mi; zengin mi yoksul mu, siyah beyaz olduklarını; doğal yeteneklere sahip olup olmadıklarını; zeki ya da gerizeka olup olmadıklarını; genç ya da yaşlı olduklarını bilmezler. Ayrıca hangi dine mensup olduklarını, hangi ahlaki değer ve ilkelere bağ olunduğu da bilinmemektedir.

Rawls bu tahayyülle toplumdaki bireylerin birbirlerine göre nötr olmalarını sağlamak için başvurur. Yani, kişilerin yukarıda sayılan özellikleri, adalet ilkelerini saptarken ve toplum sözleşmesini yaparken kendilerine avantajlı ve pazarlığı eşit şartlarda yapmayı engelleyecek düşüncelere sahip olmamasını sağlamaya yöneliktir.

İşte bu eşit ve nötr koşullar altında, rasyonel bireyler bir takım adalet ilkelerini bulmaya çalışıp bir toplum zleşmesi gerçekleştireceklerdir.

Rawls bu durumda insanların adil bir toplumda geçerli olacak iki temel adalet ilkesini benimseyeceklerini düşünür.

İlkelerden ilki, eşitlik ilkesiyken ikincisi birinciye bağ olarak toplumsal refahın, kaynakların dağıtımı ile ilgilidir.



Birinci ilke: Herkes, temel hak ve özgürlükler sisteminden eşit pay alacaktır.


Birinci ilke, refah ve kaynakların dağıtımı ile ilgili olan ikinci ilkeden hiyerarşik olarak üstündür. Yani ikinci ilke uğruna, toplam refahı, zenginlikleri arttırmak için dahi bireyin temel hak ve özgürlüklerinden fedakarlık yapmaları istenmeyecektir.

İkinci ilke ise, kaynakların dağıtımı ve dağıtıcı adalet ile ilgilidir. 

                        Bu ilke, iki alt ilkeden oluşur.

İkinci ilkenin ilk alt ilkesi, rsat eşitliğidir. Kamusal, resmi göre ve pozisyonların herkese ık olma ve belirli bir elitin elinde, tekelinde olmamasıdır. Bu, görev ve pozisyonların, liyakat esasına göre, toplumdaki herkese açık olma demektir  (Oysa  burada  bir  sorun  vardır.  Yani  liyakatin  kriter  alınması önemlidir; ancak örneğin bir doktor olmak için gereken liyakati sağlayacak eğitimin de eşit biçimde sağlanması gerekir).
İkinci ilkenin ikinci alt ilkesi hiyerarşik olarak ilk alt ilkenin altında bulunur. Yani fırsat eşitliği ilkesi bu ikinci alt ilkeden önce gelmektedir.

Rawls, gelir ve refahın, tüm kaynakların toplumdaki herkese eşit biçimde dağıtılması gerekmediğini, rasyonel bireyin de bunu istemeyeceğini düşünmektedir. Ona göre adaletsizlik, katlanılamayacak ölçüdeki eşitsizliklerdir. Katlanılabilecek eşitsizlikler ise adaletsizlik yaratmazlar. Rasyonel bireyle, katlanabilecek eşitsizlikler itira etmezler.

İşte ikinci alt ilke burada karşımıza çıkar.

İkinci ilke: Gelir ve refahın dağıtımında ortaya çıkarılacak eşitsizliklere izin verilir; meğer ki, bu eşitsizlik toplumdaki en dezavantajlı kesimin lehine olsun. Bu ilkeyi en dezavantajlı kesimin lehine olma” olarak isimlendirebiliriz.

Bu ise kazan-kazan ilkesi ile mümkün olur. Toplumun en alt gelir seviyesindeki kimselerin elde ettikleri gelirin de artması koşuluyla, siz de gelirinizi arttırabilirsiniz. Örneğin, en başta bir bürokratın da yöneticinin de ve bir terzinin de beş birim geliri olduğunu düşünelim. Bürokratın gelirinin dokuz, yöneticinin gelirinin sekiz olma ancak terzinin gelirinin de artması ve en az altı olma ile uygun ve katlanılabilir bir adaletsizlik olarak görülebilir ve bu aslında bir adaletsizlik değildir.





Ronald Dworkin (1931 - 2013)


Dworkin, Rawls’un aksine, saf bir hukuk felsefecisidir. O da bir sistem kurmuştur; ancak bu sistem hukuk alanına nhasır bir alt sistemdir. Genel bir sistem filozofu değildir.

Dworkin’in alameti farikası, yorum teorisidir.  Ancak bu  derste bu konu anlatılmayacak.

Dworkin, dağıtıcı adalet üzerindeki düşüncelerini varsayımsal bir ıssız ada hikayesi üzerinden kurar. Bu hikayeye göre bir gemi kaza yaşanmıştır. Bu kazadan kurtulanlar zengin ve verimli olan ancak hiç  kimsenin  mülkiyetinde  olmayan  bir adaya çıkarlar. Dworkin başlangıç durumunda, Rawls’un aksine, kaynakların dağıtımında bir eşitliği sağlamaya çalışır (Rawls’da  ise daha öncelikli ilke dağıtım ilkesi  değildi).

Kazazedeler adadaki tüm zenginliklerin bir kümünü yapar ve para yerine kullanılmak üzere her bir kazazedeye yüz midye kabuğu verilir.

Rawls’un başlangıç durumunda insanlar farklı yönleri itibariyle farklı iken Dworkin’de herkes zenginlik bakımından eşittir: Yüzer midye kabuğu.

Dworkin’e göre bireyler bu midye kabukları ile herkes kendi değerlerini, ihtiyaçlarını düşünerek, adanın sunduğu farklı zenginlikleri satın alacaklardır. Hiç kimse diğerinin değer ve ihtiyaçlarına karışmayacaktır. Her birey kendi yaşam planına sahiptir ve buna dayanarak ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar.

Adanın kaynakla satın alınırken,

-          Açık arttırma yapılır ve

-          Alıcılar, bir kıskançlık testine tabi tutulurlar.

Örneğin, (x) toprağını satın alan kişi bu toprakta tenis kortu kurup teniz oynamayı sevdiği için tenis oynuyor. (y) toprağını satın alan kişi tarımla uğraşmayı seviyor ve tarlasında bir şeyler yetiştiriyor. (z) toprağını alan kişiyse yetenkleri ve mizacı doğrultusunda bir eğlence tesisi kuruyor. Kişiler açık arttırma ile bu toprakları aldıktan sonra kıskançlık testine tabi olurlar. Kıskançlık testi, açık arttırma sonucunda tarlaları, adanın zenginliklerini satın alan için bir hayıflanma duyulmamasını ifade eder. Eğer tenis kortu sahibi bu tarlayı değil de şu ağacı alsaydım derse kıskançlık testinden geçemez ve eşitlik sağlanamamış olur.

Böyle bir kıskançlık yoksa artık işler piyasa ekonomisine göre işler. Burada kişiler farklı tercihlerde bulunmuşlardır ve bu nedenle gelir dağılımında illa ki eşitsizlikler doğar.

Dworkin bu eşitsizliklerin sadece ve sadece kişilerin bireysel seçimlerinden doğması halinde toplumun bu ekonomik eşitsizlikleri kompanse etmek zorunda olmağını düşünür. Ancak, eğer eşitsizlikler kişilerin başlangıçtaki tercihlerinden bağımsız doğuyorsa, örneğin, tarlasında bir şeyler yetiştiren ve yetirmek için elinden geleni yapan kişidoğal şanssızlıktan doğan bir sebeple, örneğin tarlasına yıldırım düşmesi nedeniyle yani tamamen kendi dışındaki bir sebepten ötürü eşitsizliğe uğruyorsa, toplum bu eşitsizliği kompanse etmelidir. Benzeri biçimde, doğuştan gelen kimi özellikler (doğuştan engelli oluş, zeka geriliği vs) yine kişilerin doğa durumundaki tercihlerinden bağımsızdır. Bu eşitsizlikler de telafi edilmelidir.

Peki, ama bu telafi nasıl ve nereden karşılanacak?

Bu soruya yanıtı Dworkin serbest piyasa ekonomisinin ya sıra bir de sigorta piyasa öngörerek aşmaya çalışır.

Sigorta piyasası, aslında, bildiğimiz vergi sistemidir.

Başlangıçta herkese yüzer midye kabuğu dağıtılmıştı. Dworkin’e göre herkes bu tür doğal şanssızlıklarla karşılaşabileceği için, bunu öngören insanlar başlangıçta belli bir oranda midye kabuğunu sigorta piyasasına vergi olarak verirler. Daha sonra da, örneğin her yıl, gelirlerinin belli bir oranını vergi olarak vermeye devam ederler. Böylece doğuştan gelen ve doğal eşitsizlikler ama sadece bunlar telafi edilecektir.

Peki, ekonomik eşitsizliklerin telafi edilmesinde Rawls’un dağıtım ilkesi ile Dworkin’in sigorta piyasa formülü arasında ne fark vardır?


Rawls’da en dezavantajlı grubun durumunda onların lehine olacak bir değişiklik yaratılma esastı. Yani gelir dağılımındaki eşitsizlikler her halükarda en dezavantajlının lehine olmalıydı. Örneğin, parasını tamamen kendi tercihleri yüzünden, borsada oynaması nedeniyle kaybeden kişinin durumunun telafi edilmesi imka Rawls’da mevcuttur.

Oysa Dworkin’de kişi en dezavantajlı grupta da olsa, doğuştan gelen ya da doğal bir şanssızlıktan ileri gelmeyen, kişisel tercihlerden doğan bir eşitsizlik varsa bu kişinin durumunun zelmesi lehine herhangi bir zenleme yapılması amaç olmayacaktır.

Dworkine Eleştiriler

-          Herkese ta baştan yüzer midye kabuğu verebilecek bir düzen var mı?

Dworkin’de mevcut zen içinde bunun sağlanması mümkün değildir. Her şeye yeniden başlanmalı, kartlar yeniden dağıtılmalıdır. Bu ise Dworkin’in devrimci olduğu anlamına gelmez. Liberalizmi yeniden kuralım demektir bu.

-          Peki, başlangıçta birden fazla kişi ay zenginliği almak isterse ne olacak?

Dworkin’e göre bu durumda yaşam planla çeevesinde ve bu plana uygun olarak o kaynağı en çok isteyen kişi o kaynağı açık arttırma yolu ile alır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder